Emeklilikte Adalet Yerle Bir Oldu

Türkiye’de sosyal güvenlik sistemi artık iflas etmiş bir yapının adıdır. Milyonlarca emekli, yıllarca çalışıp prim ödemesine rağmen yoksulluk sınırının altında, hatta açlık sınırına yakın bir gelirle yaşam savaşı veriyor. Bu ülkede emeklilik artık bir ödül değil, cezaya dönüşmüş durumda. Emekli olmak insanın ekonomik olarak tasfiye edilmesi anlamına geliyor. Bu tabloyu yaratan ise çarpık, teşvikten yoksun ve adaletsiz bir emekli aylığı hesaplama sistemidir.

Bugün yaklaşık 4 milyon emekli, 8 ila 12 bin TL arasında değişen kök aylıklarına rağmen, hükümetin uyguladığı “en düşük emekli maaşı” sistemiyle 16 bin 881 TL gelir elde ediyor. Ancak bu rakam devletin geçici olarak sunduğu bir tamamlamayla sağlanıyor. Zam dönemi geldiğinde bu kişilere yapılan artış, kök aylık üzerinden hesaplandığı için sürekli olarak eriyor. Yani milyonlarca emekli, her ay biraz daha fakirleşiyor. Dul ve yetim aylığı alanlar ise daha baştan sistemin dışında bırakılmış, ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyor.

İşin en çarpıcı yanı, çok çalışanın daha çok kazandığı bir modelin olmaması. 3 bin 600 günle 2000 yılı öncesi emekli olan biri bugün 25 bin TL maaş alabiliyor. Buna karşın 9 bin gün çalışıp yüksek kazançtan prim yatıran biri 16 bin 881 TL’ye mahkûm. Bu nasıl bir mantık? Bu nasıl bir adalet? Bu nasıl bir sistem ki çalışmayı, üretmeyi, katkı sunmayı cezalandırıyor? Devlet, vatandaşına “az çalış, erken çık, sistemle dalga geç” mesajı veriyor.

Primle maaş arasında bağ kalmamış. Sigortalılık süresi, prime esas kazanç gibi kavramlar artık formaliteden ibaret. En vahimi, yüksek maaşla çalışanların emekliliğe katkısı da her geçen yıl daha da azalıyor. 2024 yılında 150 bin TL brüt ücretle çalışan bir kişi, emekli maaşına 500 TL katkı sunuyordu. 2025’te bu katkı 350 TL’ye düştü. Kazanç artıyor ama emekliliğe etkisi düşüyor. Böyle bir çelişki sadece Türkiye gibi sistemsizlikle yönetilen ülkelerde olabilir.

Bu nedenle insanlar artık sistemin dışında kalmayı tercih ediyor. Emekli olmuyor, prim ödemiyor ya da sadece zorunlu olanı yatırıyor. Çünkü biliyor ki karşılığında bir şey almayacak. Yani mevcut yapı, kayıt dışılığı teşvik ediyor, sosyal güvenliğe olan güveni bitiriyor.

Hükümet yetkililerinin dillendirdiği reform beklentileri ise şimdiden umut vermekten uzak. Çünkü bu güne kadar yapılan her düzenleme ya günü kurtarma amaçlıydı ya da emeklileri daha da mağdur edecek nitelikteydi. Bu kez yapılması gereken ise gerçekten yapısal, köklü ve adil bir değişimdir.

Artık şu gerçek anlaşılmalı: Prim gün sayısı, kazanç düzeyi ve çalışma süresi emekli maaşı üzerinde belirleyici olmalı. Kök aylık sistemi terk edilmeli. Tüm zamlar ve enflasyon farkları gerçek maaşlar üzerinden uygulanmalı. Daha çok çalışan, daha çok kazanan daha yüksek maaş almalı. Emeklilik, bir sosyal yardım değil; bir emeğin karşılığı olmalı. Sistem, sadakaya değil hakka dayanmalı.

Kamuoyunda sürekli olarak “en düşük emekli maaşı ne kadar oldu?” diye soruluyor. Hayır, asıl sorulması gereken şudur: “Bu maaş, neye göre, hangi emek karşılığında veriliyor?” Bugün bu sorunun cevabını hiç kimse veremiyor. Çünkü cevap yok. Çünkü sistem yok. Çünkü adalet yok.

Türkiye’nin sosyal güvenlik sistemi artık sürdürülemez bir noktadadır. Emeklilik, çalışmanın ödülü değil, cezası haline gelmiştir. Devlet, vatandaşını çalışmaktan caydırmakta, sigorta sistemini çökertmektedir. Bu tablo değişmeden yapılacak her artış, her zam sadece günü kurtarır. Gerçek çözüm, adil ve teşvik edici bir emeklilik sistemini inşa etmektir. Aksi halde bugün milyonlarca emekli, yarın milyonlarca çalışan için uyarı işareti olmaya devam edecektir.