Küresel ekonominin rotası artık yalnızca arz ve talebin çıplak matematiğiyle belirlenmiyor. Son yıllarda yaşanan pandemi, bölgesel savaşlar, enerji krizleri ve tedarik zincirlerindeki kırılmalar, dünya ekonomisinde kartların yeniden karılmasına neden oldu. Bu yeni tabloda ülkeler, sadece ticaret ortaklığıyla sınırlı kalmayan, güvenlikten teknolojiye, enerjiden veri yönetimine kadar pek çok başlığı kapsayan stratejik ittifaklar kurmanın peşinde.
Eskiden uluslararası ticaret, büyük ölçüde fiyat rekabeti ve ürün kalitesi temelinde şekillenir, ülkeler karşılıklı faydayı maksimize etmek için anlaşmalar yapardı. Bugünse işler çok daha karmaşık. Örneğin ABD ile Çin arasındaki ekonomik çekişmenin sadece gümrük tarifeleri ya da ithalat-ihracat dengesinden ibaret olmadığını görüyoruz. Bu rekabetin merkezinde mikroçipler, yapay zekâ, 5G altyapıları ve hatta nadir toprak elementlerinin tedarik zinciri yer alıyor. Üstelik bunlar salt ekonomik araçlar değil; ulusal güvenlik açısından da hayati önemde. Dolayısıyla yeni dönemde ticaret kadar strateji de masada.
Avrupa Birliği’nin son yıllarda “stratejik otonomi” kavramına sıkça vurgu yapmasının nedeni de tam olarak bu. Avrupa, enerji arzından savunma sanayisine, dijital altyapılardan kritik ham madde tedariğine kadar pek çok alanda ABD ve Çin gibi güçlere aşırı bağımlı kalmamak için yeni bloklar oluşturma çabasında. Bunun somut örneklerinden biri de yakın zamanda Japonya, Güney Kore ve bazı Güneydoğu Asya ülkeleriyle yapılan teknoloji odaklı ortaklıklar.
Benzer şekilde Orta Doğu’da Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, yalnızca petrol zengini ülkeler olarak anılmak istemiyor. Bu ülkeler, enerjide yeşil dönüşümü teşvik eden, büyük lojistik koridorlar kuran, teknoloji ve savunma sanayi yatırımlarını artıran bölgesel ittifaklara yöneliyor. Körfez İşbirliği Konseyi’nin (GCC) son dönem çıkışları, ticaretin ötesinde stratejik derinlikli iş birliklerinin habercisi.
Afrika da bu denklemde giderek daha önemli hale geliyor. Çin’in kıtada yıllardır sürdürdüğü dev altyapı projeleri ve kredi mekanizmaları sayesinde oluşturduğu nüfuz, Batılı ülkeleri rahatsız ediyor. Buna karşılık Avrupa ve ABD, Afrika ile daha uzun vadeli ortaklık kurabilmek için tarımdan fintek çözümlerine kadar geniş bir çerçevede ittifak modelleri geliştiriyor. Artık mesele sadece Afrika’dan ucuz maden çıkarmak değil; bu ülkelerin teknoloji partneri, enerji dönüşüm dostu veya güvenlik müttefiki olmak da önem kazanıyor.
Yeni ekonomide ittifakların stratejik doğası en çok da veri güvenliği, siber savunma ve dijital altyapılarda kendini gösteriyor. Kimin hangi ülkeden yazılım aldığı, hangi bulut hizmetini kullandığı ya da 5G şebekelerini kimden kurdurduğu, yalnızca ticari bir tercih olmaktan çıktı. Bu tercihler, ulusal güvenlik konseptlerinin bir parçası haline geldi. Birçok ülke artık “tedarikte çeşitlilik” stratejileriyle kritik bağımlılıkları azaltmaya çalışıyor.
Sonuç olarak dünya, bir “ittifaklar ekonomisi” dönemine girmiş durumda. Ticaret anlaşmaları hâlâ önemli, ama yetmiyor. Ülkeler ortak projeler geliştiriyor, savunma sanayinde iş birliğine gidiyor, teknoloji standardı belirleme yarışına katılıyor. Bu yüzden bugünün dünyasında ekonomik büyüme kadar jeopolitik akıl yürütme, ticari başarı kadar stratejik risk hesaplama da öne çıkıyor. Çünkü yeni dünyada kazananlar yalnızca en ucuz üreticiler ya da en çok mal satanlar olmayacak; aynı zamanda en doğru ortakları seçenler, stratejik ittifaklarını akıllıca kurup sürdürebilenler olacak.










