Türkiye’de son yıllarda yüksek enflasyon, maaş ve ücretlilerin belini bükmeye devam ediyor. Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu Araştırma Merkezi’nin (DİSK-AR) haziran ayı Ücret Kayıpları İzleme Raporu verileri, bunun ne kadar büyük bir ekonomik yıkıma dönüştüğünü bir kez daha gözler önüne serdi.
2025 yılının ilk altı ayında (Ocak-Haziran) TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyon oranı yüzde 16,67 olarak kaydedildi. Resmi oran bu kadar olsa da sokaktaki fiyat artışlarının bunun çok üzerinde hissedildiği de bir gerçek. Ancak DİSK-AR yalnızca resmi enflasyonu baz alarak dahi emek gelirlerindeki kaybın en az 218 milyar 334 milyon TL olduğunu ortaya koyuyor.
Bu tablo, enflasyonun nasıl bir servet transferine dönüştüğünü açık şekilde gösteriyor. Ücretliler, emekliler ve memurların maaşlarından adeta usul usul para eksiliyor; farkına varmak çoğu zaman alışveriş poşetlerinin küçülmesiyle, faturalardaki ödeme güçlüğüyle mümkün oluyor.
Rapora göre altı aylık dönemde işçi ücretlerindeki toplam kayıp 125,3 milyar TL’yi buldu. Memur maaşlarındaki kayıp ise 41,8 milyar TL olurken, emeklilerin kaybı 51,3 milyar TL olarak hesaplandı. Böylece sadece altı ayda maaşlardan toplamda 218 milyar TL’yi aşkın bir gelir uçup gitti.
Daha somut anlatmak gerekirse, altı aylık dönemde kişi başına ortalama kayıp 5 bin 544 TL oldu. İşçi başına ortalama kayıp 6 bin 485 TL, memur başına kayıp 10 bin 445 TL, emekli başına kayıp ise 3 bin 193 TL olarak tespit edildi. Bu rakamlar tek tek bakıldığında bile oldukça yüksekken, milyonlarca çalışan ve emekli düşünüldüğünde ortaya çıkan devasa tablo Türkiye’nin emekçiler için nasıl bir “yüksek enflasyon cenneti”ne dönüştüğünü anlatmaya yetiyor.
Örneğin net asgari ücretin haziran ayındaki altı aylık erimesi 3 bin 685 TL’yi buldu. Yani yılbaşında 22 bin 105 TL olarak belirlenen net asgari ücret, altı ay içinde 18 bin 420 TL’lik bir satın alma gücüne geriledi. En düşük emekli aylığında kayıp 2 bin 412 TL’yi bulurken, en düşük memur maaşındaki kayıp 9 bin 130 TL oldu.
Üstelik gelir seviyesi yükseldikçe, nominal kayıp miktarı da artıyor. Asgari ücretin 1,5 katı brüt ücret (neti 29.743 TL) alan bir işçinin altı ayda yaşadığı kayıp 4 bin 958 TL olurken, asgari ücretin iki katı ücret (neti 38.486 TL) alan bir işçinin kaybı 6 bin 416 TL, 2,5 katı ücret (neti yaklaşık 47 bin 119 TL) alan bir işçinin kaybı ise 7 bin 855 TL olarak hesaplandı.
Bu rakamlar yalnızca “resmi” enflasyona dayanıyor. Gerçek hayatta gıda, kira, ulaşım gibi kalemlerdeki artışların TÜFE’nin çok üzerinde olması nedeniyle, milyonların hissettiği kayıplar daha da büyük. Üstelik bu kayıpların çoğu telafi edilmiyor; ara zamlar çoğu zaman geriden geliyor ya da hiç gelmiyor. Bu da hanehalkı bütçesinde borçlanmayı artırıyor, tasarrufları eritiyor, geleceğe duyulan güveni azaltıyor.
Tüm bu tablo bize şunu gösteriyor: Yüksek enflasyon yalnızca fiyatların yükselmesi değil, emeğin değerinin azalması, alın terinin daha az ekmek alması, çocukların masasına daha az yiyecek koyabilmek demek. Kayıplar sadece bugünün maaşlarında da kalmıyor; emeklilik haklarından sosyal güvenliğe kadar geleceğe uzanan zincirde de halkın boynuna vurulmuş görünmez bir pranga gibi işliyor.
Belki bu yüzden Türkiye’de son yıllarda işçi, memur, emekli her kesimden yükselen “geçinemiyoruz” feryatları boşuna değil. Yoksullaşmanın bu kadar net sayılarla ortaya konduğu bir dönemde, geçim derdine düşmüş milyonların sesi daha gür çıkıyor ve çıkmaya da devam edecek.
Zira rakamlar yalan söylemez. Enflasyon karşısında eriyen maaşlar, borçlanarak dönen mutfaklar, küçülen pazar fileleri aslında tüm hikâyeyi anlatıyor. Ve bu hikâyenin sonu, gelir adaletinin sağlanmadığı, ücretlerin insanca yaşam düzeyine çıkarılmadığı bir ülkede daha fazla eşitsizlik, daha fazla yoksulluk oluyor.









