Haziran Enflasyonu ve Faiz Kararı: Türkiye Ekonomisinde Yol Ayrımı

Türkiye ekonomisi için kritik bir eşiğe daha gelindi. 3 Temmuz’da açıklanacak haziran ayı enflasyon verileri, yalnızca geçmiş altı ayın bir bilançosunu çıkarmakla kalmayacak; aynı zamanda Merkez Bankası’nın 24 Temmuz’daki Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısında vereceği faiz kararı açısından da belirleyici olacak. Bu nedenle önümüzdeki günlerde açıklanacak TÜFE oranı, piyasaların nabzını en fazla hızlandıran gündem başlığı konumunda.

Piyasalarda genel beklenti, haziran enflasyonunun aylık bazda yüzde 1,61 civarında gelmesi yönünde. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) reel sektör, finans sektörü ve profesyonellerden oluşan 69 katılımcıyla yaptığı Piyasa Katılımcıları Anketi’ne göre haziran ayı TÜFE beklentisi geçen ayki yüzde 1,77 seviyesinden yüzde 1,61’e gerilemiş durumda. Anketin ortaya koyduğu tahmin aralığı ise yüzde 1,30 ile yüzde 1,91 arasında değişiyor. Bu tablo, fiyat artışlarının hız kestiği yönündeki umutları canlı tutarken, Merkez Bankası’na da faiz indirimi için manevra alanı açabilir.

Geçen ay TÜFE aylık bazda yüzde 1,53, yıllık bazda ise yüzde 35,41 artış göstermişti. Haziran verisinin de beklentilere yakın gelmesi durumunda, yıllık enflasyonda aşağı yönlü eğilimin bir miktar daha teyit edilmesi mümkün olacak. Bu durum, özellikle son dönemde döviz kurlarındaki daha sakin seyir, enerji fiyatlarındaki kısmi gerileme ve iç talepteki görece soğuma sinyalleriyle birleşince, Merkez Bankası’nın temmuz ayındaki PPK toplantısında uzun süredir tartışılan faiz indirimi hamlesine başlama olasılığını güçlendiriyor.

Piyasalarda şu an faiz indirimi beklentileri 200 ile 350 baz puan arasında şekilleniyor. Merkez Bankası’nın politika faizinde uzun süredir koruduğu yüksek oranlar, bir yandan enflasyon beklentilerini kontrol altına almada araç olurken, diğer yandan iç piyasada krediye erişimi ve büyüme potansiyelini baskılayan başlıca unsur olarak eleştiriliyor. Özellikle üretim ve yatırım maliyetleri açısından yüksek faiz, reel sektörün finansmana ulaşma iştahını törpülüyor. Dolayısıyla Merkez Bankası’nın temmuz toplantısında faizlerde sınırlı bir indirim başlatması, yeni bir döngünün işareti olarak da yorumlanabilir.

Ancak burada dikkat edilmesi gereken temel risk, henüz istenilen ölçüde kalıcı bir fiyat istikrarı sağlanmadan atılacak hızlı adımların, enflasyonda tekrar yukarı yönlü bir döngüyü tetikleme ihtimali. Türkiye ekonomisinin geçmiş tecrübeleri, özellikle faiz indirimlerinin döviz kurlarını ve bunun üzerinden ithalat fiyatlarını nasıl hızla yukarı çekebildiğini defalarca gösterdi. Bu yüzden piyasa aktörleri kadar vatandaşın da gözü kulağı Merkez Bankası’nın atacağı her adıma odaklanmış durumda.

Diğer taraftan açıklanacak haziran enflasyonu, yalnızca makroekonomik dengeler için değil, milyonlarca memur ve emeklinin maaş zammı açısından da kritik bir veri olacak. Çünkü memur ve emeklilere yapılacak enflasyon farkı zammı, yılın ilk altı ayında oluşan TÜFE oranına göre belirlenecek. Bu da yaklaşık 20,5 milyon kişiyi doğrudan, aileleriyle birlikte 50-60 milyonluk bir kitleyi dolaylı olarak ilgilendiren büyük bir karar anlamına geliyor. Dolayısıyla temmuz ayında hem kamu bütçesine yüklenecek yeni maliyet, hem de maaş artışlarının iç talebi nasıl etkileyeceği açısından haziran enflasyonu kilit rol oynuyor.

Türkiye ekonomisi son dönemde sık sık olduğu gibi yine kritik bir karar aşamasında. Enflasyondaki düşüşün kalıcı mı yoksa geçici mi olduğu sorusunun cevabı, hem para politikası adımlarını hem döviz piyasalarının istikrarını hem de geniş halk kesimlerinin alım gücünü doğrudan etkileyecek. İçeride para politikasına dair beklentiler kadar, küresel piyasalarda ABD Merkez Bankası Fed’in faiz rotası, Avrupa’daki ekonomik büyüme sorunları ve jeopolitik riskler de kur üzerinde baskı unsuru olmayı sürdürüyor.

Bu yüzden önümüzdeki günlerde açıklanacak her veri, aslında sadece ekonomi sayfalarının değil, doğrudan vatandaşın cebinin de başlıca gündemi olacak. Merkez Bankası’nın temmuz ayındaki olası faiz indirimi kararı, enflasyonun daha sürdürülebilir şekilde düşürüldüğü ve döviz kurunun istikrarlı olduğu bir dönemde alınırsa ekonomide olumlu bir döneme geçişin kapısını aralayabilir. Ancak yeterince sağlam zemin oluşmadan atılacak adımlar, Türkiye’nin zaten kırılgan hale gelmiş mali dengesini daha da zora sokabilir.

Bu nedenle önümüzdeki haftalar yalnızca rakamların konuşulduğu bir süreç olmayacak; aynı zamanda ekonomi yönetiminin ne kadar dikkatli, öngörülü ve disiplinli hareket edeceğinin de önemli bir sınavı olacak. Türkiye için kritik olan, bu dönemi popülist adımlardan uzak, üretimi ve ihracatı önceleyen, yapısal reformları hızlandıran bir stratejiyle yönetebilmek. Aksi halde faiz, enflasyon ve kur sarmalı, kendini yeniden üretmeye hazır bekliyor.