Borsada 598.555 TL zararı olan bir yatırımcının, SPK’nın bir hisseye bedelli sermaye artışını onaylaması hâlinde intihar edeceğini açıklaması aslında yalnızca bireysel bir dram değil, toplumsal ve ekonomik düzenimizin ciddi bir alarmıdır. Borsada zarar etmek, çoğu zaman soğuk rakamlarla ifade edilir; ancak işin gerçeği, borsada kaybedilen para yalnızca bir maddi kayıp değildir. Bu kayıp; hayalleri, umutları, bazen aile içindeki huzuru, bazen de bir insanın yaşam motivasyonunu yok eden ağır bir psikolojik yüktür.
KONTR örneği üzerinden ilerleyecek olursak, şirketin yaklaşık 44,5 milyon TL toplamak amacıyla planladığı bedelli sermaye artırımı, borçlarını azaltmak için atılmak istenen bir adım. Bedelli sermaye artırımları teoride şirketlerin mali yapısını güçlendirmeyi hedefler. Mevcut yatırımcılara indirimli fiyattan hisse alma hakkı tanır. Fakat bu durum, aynı zamanda hisse başına değeri seyreltir; yani yeni paylar piyasaya girince, eski payların değeri düşer. Bu da zaten büyük zararda olan yatırımcıların kayıplarını daha da derinleştirebilir.
Nitekim yatırımcı KONTR hissesinde şu ana kadar %72,98 oranında bir düşüş yaşanmış durumda. Türkiye gibi ekonomik ve politik istikrarsızlıkların sık yaşandığı bir piyasada, bu tür gelişmeler yatırımcıların kaygılarını katbekat artırıyor. Bazıları bu durumu şirketin geleceğine güvendikleri için ucuzdan daha fazla hisse alma fırsatı olarak görebilir. Ancak çoğunluk için bu; halihazırda taşımakta zorlandıkları zararın katlanacağı bir kabus senaryosu. Bu nedenle SPK’nın vereceği karar yalnızca şirketin borçlarını azaltma ihtiyacını değil, küçük yatırımcının korunmasını da doğrudan ilgilendiriyor.
Borsada yaşanan kayıplar, sadece bireylerin banka hesaplarını değil, psikolojilerini, aile ilişkilerini ve toplumsal huzuru etkiliyor. Bir yatırımcının “intihar” kelimesini kullanacak kadar umutsuzluğa düşmesi; bizlerin, düzenleyici kurumların ve tüm sermaye piyasası aktörlerinin ortak sorumluluğudur. Çünkü sermaye piyasalarında alınan kararlar sadece bilanço kalemlerine yazılan sayılar değildir; insan hayatını, umutlarını ve alın terini doğrudan etkiler. Bu yüzden SPK başta olmak üzere tüm ilgili kurumların, yatırımcı psikolojisini merkeze alan, şeffaf, adil ve öngörülebilir bir piyasa ortamı sağlaması artık bir tercih değil, toplumsal bir zorunluluktur.
Bu ülkede yatırım yapan, vergisini ödeyen, çocuklarının geleceği için birikim yapan her birey; bu sistemin en değerli paydaşıdır. Bu sistemde yaşanan her adaletsizlik, her bilinçsiz karar, bu ülkenin her ferdini manevi anlamda borçlu kılar. Kimsenin canına kastedecek kadar umutsuz hissetmesine yol açacak bir piyasa düzeni, sadece ekonomi değil; insanlık açısından da sınıfta kalmış demektir.
Unutmamak gerekir ki, piyasalar eninde sonunda toparlanır; şirketler iflas eder ya da büyür; hisseler düşer ve yeniden yükselir. Ama kaybedilen bir hayatın geri dönüşü yoktur. İşte bu yüzden sermaye piyasalarının en büyük sorumluluğu, yalnızca ekonomik dengeyi değil, insan hayatının ve umudunun dengesini de korumaktır.










