Büyüme Uğruna Harcanan Satranç Taşları

Küresel ekonominin ve ulusal kalkınma hedeflerinin giderek daha sertleşen bir rekabet içinde belirlendiği çağımızda, büyüme yalnızca ekonomik bir terim olmaktan çıkmış, ülkelerin politikalarına, toplumların yaşam biçimlerine ve bireylerin kaderlerine yön veren bir ideolojiye dönüşmüştür. Bu büyüme ideolojisi, tıpkı bir satranç oyunu gibi ilerlemekte; ancak bu oyunda stratejiler uğruna feda edilen taşlar sadece sembolik figürler değil, toplumun bizzat kendisidir.

Devletler, şirketler ve sermaye grupları, sürdürülebilirlik, toplumsal adalet ya da ekolojik denge gibi temel değerleri çoğu zaman bir kenara bırakarak, büyümenin rakamsal boyutuna odaklanmaktadır. Gayrisafi yurt içi hasıla (GSYİH) arttığında başarıdan söz edilmekte, finansal göstergeler yükseldiğinde gelişmeden bahsedilmektedir. Ancak bu yüzeysel başarı tablosunun ardında, görünmeyen ama derin izler bırakan bir yıkım gerçeği vardır. Satranç tahtasında ilerlemek uğruna gözden çıkarılan her taş, gerçek dünyada bir topluluğun sesi, bir doğa parçası, bir işçinin emeği ya da bir çocuğun geleceği olabilir.

Modern kalkınma projeleriyle birlikte doğa sistemleri bozulmakta, ormanlar, su kaynakları ve tarım arazileri betonlaşmaya yenik düşmektedir. Kentleşme adına yapılan altyapı hamleleri, yoksul mahalleleri yerinden etmekte; kentsel dönüşümün perde arkasında ise sosyal dokunun çözülüşü yatmaktadır. Büyüme için yapılan yatırımlar, çoğu zaman sadece belirli sermaye gruplarının menfaatine hizmet ederken, küçük ölçekli işletmeler, çiftçiler, esnaf ve emekçiler rekabetin acımasızlığı karşısında savunmasız kalmaktadır. Böylece, toplumun geniş kesimleri göz göre göre harcanan taşlara dönüşmektedir.

Benzer biçimde, uluslararası alanda büyüme hedefleri adına yürütülen politikalar, gelişmekte olan ülkelerin kaynaklarını tüketmekte, iş gücünü ucuz maliyetle kullanmakta ve onları borç bağımlılığı içine sürüklemektedir. Gelişmiş ekonomilerin merkezinde sürdürülen bu model, adaletsizliği pekiştirmekte, bağımlılık ilişkilerini derinleştirmekte ve küresel eşitsizliği büyütmektedir. Tüm bu süreçler, büyüme satrancının küresel boyuttaki taşlarını da gözler önüne sermektedir: uluslararası iş gücü, doğal zenginlikler ve demokratik talepler.

Dijitalleşme ve teknolojik gelişmeler dahi bu oyunun dışında değildir. Teknoloji devrimleri, istihdam yapısını köklü şekilde değiştirirken, milyonlarca kişinin işini kaybetmesine neden olmuştur. Otomasyonun yaygınlaşması, kısa vadeli verimlilik ve kârlılık getirse de uzun vadede gelir eşitsizliğini artırmakta, sosyal güvenlik sistemlerini zayıflatmakta ve iş gücünün değerini düşürmektedir. Yeni ekonomi düzeninde harcanan taşlar, artık sadece fiziksel emek değil; aynı zamanda veri, mahremiyet ve bireysel haklardır.

Büyüme adına sürdürülen bu satranç oyunu, çoğu zaman kimin kazandığının değil, kimin harcandığının tartışılması gereken bir oyundur. Gerçek gelişme, sadece ekonomik büyüklükle değil; aynı zamanda toplumsal refah, adalet, çevre bilinci ve insani gelişmişlikle ölçülmelidir. Aksi halde büyüme, kendi içinde bir yanılsamaya dönüşür; kısa vadede tahtadaki birkaç taşı ilerletirken, uzun vadede oyunun tamamını kaybettirebilir.

Bu yüzden belki de artık yeni bir oyun kurulmalıdır. Taşların yalnızca feda edilmek için var olmadığı, her hamlenin toplumsal faydayı gözettiği ve nihai hedefin yalnızca büyüme değil, adil bir yaşam olduğu bir düzen… Gerçek zafer, tüm taşların hayatta kalabildiği bir satrançta mümkün olabilir. Ve belki de bu oyun, sonunda hepimize kazandırır.