Son yıllarda küresel ekonomi, yalnızca sayılar ve büyüme oranlarıyla değil, aynı zamanda güç dengeleri ve jeoekonomik stratejilerle şekilleniyor. Geleneksel küresel ekonomik merkezlerin etkisi azalırken, yükselen ekonomilerin ve yeni işbirliği bloklarının ağırlığı giderek artıyor. Bu gelişmeler yalnızca ekonomik alanla sınırlı kalmayıp, siyasi ve askeri denklemleri de doğrudan etkiliyor. Küresel ekonomide yaşanan güç kaymaları, ülkelerin jeoekonomik hamleleriyle derinleşiyor ve dünya ekonomisinin yönünü yeniden çiziyor.
Özellikle Çin’in son yirmi yılda gerçekleştirdiği atılım, klasik Batı merkezli ekonomik düzeni sorgulanır hale getirdi. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi, yalnızca altyapı yatırımı projesi değil, aynı zamanda çok katmanlı bir jeoekonomik stratejidir. Bu girişimle Çin, Asya, Afrika ve Avrupa arasında fiziksel ve finansal bağlantılar kurarak hem ticaret yollarını kontrol altına almakta hem de bölgesel nüfuzunu artırmaktadır. Bu tür stratejiler, küresel ekonomik ağı yeniden şekillendirmekte ve gelişmekte olan ülkeleri büyük güç rekabetinin içine çekmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri ise bu gelişmelere yanıt olarak “friendshoring” ve “reshoring” gibi politikalarla tedarik zincirlerini yeniden yapılandırmaya başladı. COVID-19 pandemisinin ardından yaşanan tedarik krizleri ve Rusya-Ukrayna savaşıyla daha da pekişen jeopolitik belirsizlikler, ABD’nin ve müttefiklerinin üretim ve ticaret hatlarını yeniden tanımlamalarına neden oldu. Bu süreç, yalnızca ekonomik bir tercih değil, aynı zamanda güvenlik temelli bir yeniden konumlanmadır. ABD’nin Çin’e olan teknolojik bağımlılığı azaltma çabaları da bu çerçevede değerlendirilmelidir.
Avrupa Birliği ise yeşil dönüşüm ve dijitalleşme üzerinden bir jeoekonomik konumlama çabasında. AB, özellikle enerji bağımlılığını azaltma, stratejik sektörlerde bağımsızlık kazanma ve yeşil teknolojilerde lider olma hedefiyle hareket ediyor. Ancak Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte enerji krizi ve güvenlik endişeleri, bu hedeflerin ne kadar sürdürülebilir olduğu konusunda bazı soru işaretleri doğurdu. Avrupa’nın Çin ile olan ekonomik bağları da, stratejik özerklik iddiaları ile gerçek ekonomik ilişkiler arasında gerilim yaratıyor.
Diğer yandan Hindistan, Endonezya, Brezilya gibi ülkeler hem ekonomik büyüklükleri hem de jeopolitik konumları nedeniyle yeni dönemin “dengeleyici” aktörleri olarak öne çıkıyor. Bu ülkeler, büyük güçler arasında denge kurma politikaları izleyerek, küresel ticaret ve finansal düzenin yeniden yazılmasında söz sahibi olmayı hedefliyor. Hindistan örneğinde olduğu gibi, hem Batı ile stratejik işbirliği kurarken hem de BRICS gibi alternatif yapılar içinde aktif rol almak, çok yönlü dış ekonomik politikanın bir parçası haline geliyor.
Küresel ekonomik düzende yaşanan bu kaymalar, yalnızca devletler arasında değil, aynı zamanda uluslararası kuruluşlar düzeyinde de yeni arayışları tetikliyor. Dünya Ticaret Örgütü’nün etkisinin azalması, IMF ve Dünya Bankası’nın reform talepleriyle karşı karşıya kalması, alternatif finansal yapıların (örneğin Asya Altyapı Yatırım Bankası veya BRICS bankası) güç kazanması bu dönüşümün kurumsal boyutunu oluşturuyor. Finansal sistemdeki bu değişim, doların küresel hegemonyasının da sorgulanmasına yol açıyor. Çin’in dijital yuan projeleri ve bazı ülkelerin kendi para birimleriyle ticaret yapma çabaları, bu eğilimin somut örnekleri arasında yer alıyor.
Jeoekonomik hamlelerin bir diğer önemli yönü de teknoloji ve veri üzerinde kurulan egemenlik mücadelesidir. ABD-Çin teknoloji rekabeti, yapay zekâdan çip üretimine kadar birçok alanda stratejik bir savaş haline dönüşmüş durumda. Bu mücadele yalnızca ticaret tarifeleri veya ambargolarla sınırlı kalmıyor, aynı zamanda altyapı projeleri, eğitim yatırımları ve dijital platformların kontrolü üzerinden de yürütülüyor. Teknolojinin stratejik önemi arttıkça, ülkeler sadece ekonomik kalkınma için değil, ulusal güvenlik için de teknolojiye yatırım yapıyor.
Küresel ekonomide yaşanan güç kaymaları, çok katmanlı ve çok boyutlu bir dönüşüm sürecinin işaretidir. Jeoekonomik hamleler, ülkelerin ekonomik hedefleri ile jeopolitik çıkarlarını iç içe geçirmiş durumda. Artık ekonomik kararlar yalnızca piyasa mekanizmalarıyla değil, ulusal güvenlik, stratejik özerklik ve bölgesel nüfuz gibi unsurlarla birlikte değerlendiriliyor. Bu da küresel ekonominin önümüzdeki dönemde daha çok devletler arası rekabet ve işbirliği ekseninde şekilleneceğini gösteriyor. Dünya, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda jeoekonomik bir yeniden yapılanmanın eşiğinde.









