“İşler nasıl gidiyor?” sorusu yalnızca esnafa değil, artık ekonomistlerin, yöneticilerin, hatta sade vatandaşın dahi zihninde sıkça dönüp duran bir soruya dönüşmüş durumda. Türkiye için olduğu kadar, dünya ekonomileri için de geçerli bir muamma bu. Tabii ölçü değişiyor; bizde enflasyonun gelecek yıl %20’nin altına düşmesi bir “başarı” olarak değerlendirilirken, gelişmiş ekonomiler %2’lik hedefin uzun süre aşılıyor olmasını dert ediniyor. Hedefin ne kadar uzağındasınız, o kadar endişelisiniz.
Bu yazıda esas olarak sürdürülebilir büyüme kavramına odaklanmak istiyorum. Çünkü büyümenin yalnızca rakamsal değil, yapısal olarak da sağlıklı olması gerektiği artık bir zorunluluk. Türkiye’nin son 10-15 yılına baktığımızda, büyümeye yönelik ciddi gayretler olduğunu ancak bu büyümenin çoğu zaman yapay yollarla sağlandığını görüyoruz. Özellikle kredi genişlemeleriyle elde edilen büyümeler, son tahlilde para arzının artması, döviz kurlarının yükselmesi ve sonuçta enflasyonist baskılarla karşılık buldu. Yani otomobil istediğimiz hıza çıkıyor, ama motor hararet yapıyor. Bu şekilde uzun yol yapmak mümkün değil.
Doğal Büyüme Oranı ve Gerçek Potansiyel
İşte burada “doğal büyüme oranı” devreye giriyor. Ekonomide ciddi enflasyon, cari açık veya bütçe açığı yaratmadan, potansiyel üretim kapasitesi içinde gerçekleşebilecek makul büyüme düzeyi… Türkiye için bu oran genel kabul gören analizlerde %4 civarında. Ancak teknolojik değişim, sektörlerin yeniden yapılanması, küresel üretim zincirlerindeki dönüşüm gibi faktörlerle bu oran da sabit değil. Özellikle emek yoğun sektörlerde otomasyonun ve dijitalleşmenin artması, üretkenliği yukarı taşıyor ama aynı zamanda istihdam yapısını zorluyor.
Özellikle hizmet sektöründe dönüşüm yavaş ilerlese de, inşaat ve tekstil gibi alanlarda teknolojik geçiş ve maliyet baskısı çok daha hissedilir durumda. Bu durum, büyümenin hangi alanlarda nasıl gerçekleştiğini ve ne kadar sürdürülebilir olduğunu sorgulamamıza neden oluyor.
Yaygın Refah İçin Yeterli Mi?
Türkiye gibi genç nüfusu fazla, şehirleşme ve tüketim potansiyeli yüksek bir ülkede, %2-3 arası büyümelerle geniş kesimlerin refaha ulaşması oldukça güç. Bugün tabana yayılan bir gelir artışı yaratmak, sosyal adaleti sağlamak ve piyasaya güven tesis etmek için %5’ler düzeyinde bir büyüme gerekiyor. Ancak bu oranlara ulaşmak için kamu maliyesinin güçlü, enflasyonun kontrol altında ve üretimin verimli olması şart. Aksi halde her yüksek büyüme, bir sonraki dönem için sorunların kapısını aralıyor.
Faiz Buzdağının Sadece Tepesi
Yaklaşan Para Politikası Kurulu toplantısı öncesinde yine faiz konusu çokça tartışılacak. Faizin artırılıp artırılmaması, TL’nin değer kazanıp kazanmayacağı, yabancı yatırımcının ilgisi gibi kısa vadeli değerlendirmeler gündeme gelecek. Oysa faiz oranı, ekonomik yapının yalnızca görünen yüzü. Asıl mesele, buzdağının suyun altındaki kısmında gizli: Maliye politikası.
Yani gelirlerin nereden toplandığı, bu gelirlerin kimden alındığı, dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı, kamu harcamalarının ne kadar verimli kullanıldığı gibi sorular asıl belirleyici oluyor. Bugün Türkiye’de vergi sisteminin büyük ölçüde dolaylı vergilere dayalı olması, gelir adaletini zedeliyor. Diğer yandan bütçede öngörülen tasarrufların gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği, kamu harcamalarının etkinliği ve şeffaflığı da büyük önem taşıyor.
Bir Yol Haritası Şart
Sürdürülebilir büyüme için hem para politikasının hem maliye politikasının birbirini tamamlayan bir yapı içinde işlemesi gerekiyor. Aksi takdirde, biri frene basarken diğeri gaza basıyor ve ekonomi sarsılıyor. Ayrıca ekonomik hedeflerin yalnızca sayısal göstergelerle değil, sosyal etkilerle birlikte düşünülmesi gerekiyor.
Yani sadece büyüdük mü değil, nasıl büyüdük? Kim kazandı, kim geride kaldı? Üretim arttı ama ithalata mı dayalıydı? Gelir arttı ama sadece belli bir kesimin mi oldu? Bunlar artık büyümenin niteliğini belirleyen asıl sorular.
Sonuç Yerine: İstikrar mı, Hız mı?
Ekonomiyi bir araca benzetirsek, evet, hız önemlidir ama asıl mesele istikrardır. Hedefe varmadan motoru yakmamak için devir hızına dikkat etmek şarttır. Türkiye’nin önünde hem büyük fırsatlar hem de önemli yapısal zorluklar var. Bu nedenle sadece sayılarla değil, yapılarla ilgilenmek, sadece büyümek değil, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir biçimde büyümek zorundayız. Çünkü artık mesele sadece bugünü kurtarmak değil, yarını inşa etmek.