Türkiye’de 2025’in ilk beş ayına damga vuran siyasi ve küresel belirsizlikler, kredi piyasasının yönünü değiştirmek yerine daha da genişlemesine yol açtı. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun haftalık verileri, bankacılık sektörünün toplam kredi hacminin yılın ilk beş ayında %18,9 artışla 18,9 trilyon liraya yükseldiğini gösteriyor. Bu artış, aynı dönemdeki %15,09’luk enflasyonun üzerinde gerçekleştiği için reel bazda da %3,3’lük bir genişlemeye işaret ediyor. Böyle bir genişleme, hem üretici hem de tüketici kredilerinin artan talep doğrultusunda şekillendiğini, ekonomideki dinamiklerin faiz oranlarındaki yükselişe rağmen kredi kanallarını canlı tuttuğunu gösteriyor.
Ticari krediler, kredi pastasındaki %76,2’lik payıyla sektördeki büyümenin temel taşı olmaya devam ediyor. Ocak-Mayıs döneminde 2,3 trilyon liralık net artışla 14,4 trilyon liraya ulaşan ticari krediler, sanayi ve üretim sektörlerine sağlanan fonlamanın canlı kalmaya devam ettiğini gösteriyor. Faizlerin yeniden yükselmeye başladığı mart ayından sonra bile bu alandaki büyümenin hız kesmemesi, iç talebin yanı sıra firmaların krediye bağımlı yatırım eğilimlerinin sürdüğüne işaret ediyor. Son iki ayda gerçekleşen yaklaşık 1 trilyon liralık net artış, sadece ekonomik faaliyetlerin sürekliliğini değil, aynı zamanda yüksek faiz ortamında dahi kredinin üretim için ne kadar kritik hale geldiğini ortaya koyuyor.
Tüketici cephesinde ise daha dikkat çekici bir tablo söz konusu. Enflasyonist ortamda gelir kayıpları yaşayan hanehalkları, tüketici kredilerinde yaşanan daralmayı bireysel kredi kartı borçlarıyla telafi etmeye çalışıyor. Bireysel kredi kartı borç bakiyesi yılın ilk beş ayında %21,5 oranında artışla 2,18 trilyon liraya yükselirken, reel bazda %5,6’lık bir genişleme gerçekleşti. Bu durum, tüketicilerin alışverişlerini ve nakit ihtiyaçlarını ertelemek yerine kart borçlanmaları üzerinden karşılama eğiliminde olduklarını gösteriyor. Özellikle taksitsiz harcamalardaki %7,9’luk reel büyüme, borçlanma yoluyla temel ihtiyaç tüketiminin sürdürüldüğünü düşündürüyor. Taksitli harcamalardaki sınırlı artış ise tüketicilerin daha kısa vadeli çözümlere yöneldiğini işaret ediyor.
İhtiyaç kredileri ve konut kredileri enflasyona yakın oranlarda büyürken, taşıt kredilerinde ciddi bir daralma yaşandı. Özellikle taşıt kredilerinin reel bazda %29,2 küçülmesi, otomotiv piyasasındaki yavaşlamayı ve faiz oranlarının bu tür lüks harcamalar üzerindeki caydırıcı etkisini açıkça ortaya koyuyor. Taşıt gibi ertelenebilir harcamalarda kredi daralmasının sürmesi, hem bankaların risk yönetimi açısından kredi kanallarını sınırlamaya yöneldiğini hem de hanehalklarının önceliklerini zorunlu tüketim eksenine kaydırdığını gösteriyor.
Kredi faizleri cephesinde ise yukarı yönlü hareket belirginleşti. Mart ayından itibaren siyasi gerginliklerin artmasıyla birlikte hem ticari hem de ihtiyaç kredisi faizleri yeniden yükselişe geçti. Kasımda %70 seviyesinde bulunan ihtiyaç kredisi faiz oranı mayıs sonunda %73,39’a çıktı. Ticari kredi faizi ise aynı dönemde %60’ın üzerine yükseldi. Bu yükseliş, Merkez Bankası’nın faiz politikasındaki yön değişiminin piyasaya hızlı yansıması olarak okunabilir. Faizler yükselirken kredi hacmindeki büyümenin sürmesi, talebin güçlü kaldığına ya da enflasyondan kaçınmak isteyen ekonomik aktörlerin reel varlıklara yönelme refleksine işaret ediyor olabilir.
Yılın ilk beş ayındaki toplam kredi hacmi artışı 3 trilyon liraya yaklaşırken, yıllık bazda 5,4 trilyon liralık net artış dikkat çekiyor. Bu kapsamda bireysel kredi kartları, yıllık %10,7’lik reel artışla en fazla genişleyen kalem oldu. Bu durum, bireylerin artan yaşam maliyetleri karşısında dayanıklı tüketimden çok anlık nakit ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştığını doğruluyor. Üstelik bu büyümenin, sıkı para politikası koşullarında gerçekleşmesi, kredi mekanizmalarının henüz tam anlamıyla yavaşlatılamadığını ve enflasyonla mücadelenin henüz sağlam temellere oturmadığını ortaya koyuyor.
Bu tabloda Merkez Bankası’nın haziran ayında alacağı faiz kararı hayati önemde. Seçenekler arasında faiz indirimi beklentisi öne çıksa da, ekonomik belirsizliklerin sürdüğü bir ortamda erken bir gevşeme sinyali, hem enflasyonla mücadelede geriye dönüşe hem de kurda oynaklığa neden olabilir. Üstelik iç siyasetteki hareketlilik ve ABD ile ticari ilişkilerdeki kırılganlıklar, para politikasında öngörülebilirliğin korunmasını daha da gerekli kılıyor.
Sonuç olarak, Türkiye’de kredi piyasası, yüksek faiz ve politik belirsizlik koşullarında dahi canlılığını koruyor. Bu durum bir yandan ekonomik dinamizmin göstergesi olarak okunabilirken, diğer yandan hanehalkı ve firmaların borçluluk düzeylerini daha da artırarak gelecekteki finansal kırılganlıkları büyütebilir. Özellikle bireysel kredi kartı harcamalarındaki hızlı artış, sosyal refahın ve alım gücünün krediye bağımlı hale geldiğini gösteriyor. Bu nedenle kredi büyümesini sadece ekonomik canlanmanın bir sonucu olarak değil, aynı zamanda yapısal gelir sorunlarının yansıması olarak da okumak gerekiyor. Enflasyonla mücadelede sadece faiz ayarları değil, borçlanma davranışlarını dönüştürecek yapısal çözümler ve sosyal politikalar da artık kaçınılmaz bir gereklilik haline geliyor.









