Zenginlik, yıllardır insanlığın gözünde adeta bir sihirli değnek gibi parıldıyor. Kim istemez ki? Lüks arabalar, yedi odalı evler, tropikal tatiller, özel şeflerin pişirdiği kalorisi düşük ama egosu yüksek yemekler… Daha çocukken öğretiliyor zaten: Çok çalış, çok kazan, çok mutlu ol. Ne var ki bu formül, pratikte biraz karışıyor. Çünkü zenginlik, çoğu zaman bir mutluluk vaadi değil, iyi paketlenmiş bir kaygı üretim bandıdır.
İlk milyonumuzu kazandığımızda hissettiğimiz o gurur, birkaç hafta içinde yerini “İkinciyi ne zaman kazanıyorum?” telaşına bırakıyor. Çünkü “ilk milyon” artık ortalama sayılıyor, girişimci gruplarında sohbete bile dahil olamıyorsunuz. Zenginlik, bir yerde başlıyor ama hiçbir zaman bir yerde bitmiyor. Durduğunuz anda düşmeye başlıyorsunuz, çünkü diğerleri hâlâ tırmanıyor. Her gün “Daha ne yapabilirim?” sorusunun cevabını ararken, gece yatakta “Acaba yeterince iyi miyim?” diye kıvranıyorsunuz. Yani evet, paranız var ama huzurunuz “şartlı tahliye”.
Bir zamanlar lüks olan şeyler artık “standart” haline geliyor. İlk iş jetinde heyecanla camdan bakan siz, birkaç ay sonra penceresiz özel odasında mail atan bir patrona dönüşüyorsunuz. Tatil mi? Lütfen. Artık tatil demek, LinkedIn’de “çalışırken de keyif almayı bilen lider” pozlarını paylaşmak demek. Maldives’e gidip Wi-Fi şifresini sormak, zenginliğin trajikomik parçası. Güneşin batışına bile bakamıyorsunuz çünkü hemen o anı “marka bilinirliği” için Reels yapmak zorundasınız. Ve ne yazık ki, güneş o kadar da filtreli değil.
Zenginlik öyle bir şey ki, insanı “kaygılı mükemmeliyetçiye” dönüştürüyor. Her şey en iyi olmalı. Arabanın rengi, saat markası, yazlık evin lokasyonu, çocuğun okulu… Hatta çocuğun terapisti bile “en iyisi” olmalı. Aksi halde sosyal çevrede fısıltı başlar: “Onca parası var ama hâlâ devlet okuluna gönderiyor.” Yani zenginlik sadece bir ekonomik durum değil, sürekli performans sergilemeniz gereken bir sahne haline geliyor.
En kötüsü de şu: Zengin olunca artık mutsuz da olamıyorsunuz. Çünkü mutsuzsanız, sistemin yalanı ortaya çıkacak. “Demek para da yetmiyor” diyemezsiniz, çünkü milyonlarca insan sizi örnek alıyor. O yüzden en iyi ihtimalle “anlam arayışındayım” diyorsunuz. Bu da genelde Bali’de nefes koçuna 10 bin dolar vererek iç huzur bulmaya çalışmak şeklinde tezahür ediyor. Tabii ki bir sonraki seansa kadar.
Zenginlik, aslında bir zincirdir. Ama bu zincir altın olduğu için kimse sorgulamaz. Ağırdır ama parlar. Ve o parıltı, içindeki ağırlığı saklamaya yeter. İnsanlar dışarıdan baktığında sadece ışıltıyı görür. İçeridekiler ise sürekli bir “yetmiyor” yankısı duyar.
Sonuç olarak, zenginlik elbette iyidir. Kredi kartı limiti olmayan bir hayatın keyfi bir başkadır. Ama mutluluğu zenginlikle eşitlemek, karpuzla Wi-Fi hızı arasındaki ilişki kadar gerçekçidir. Belki bir gün paranın gerçekten huzur getirdiğini kanıtlayan biri olur. Ama o kişi genelde sosyal medyada değil, ormanda yaşıyordur. Telefonu yoktur, markası yoktur. Ve muhtemelen zenginliği, parayla değil, kaygısızlığıyla ölçüyordur. Ne ayıp.