Bir sabah, üç katlı evimin en küçük salonunda, avokadolu tostumun yanına özenle hazırlanmış badem sütlü flat white’ımı yudumlarken içimi garip bir boşluk kapladı. Borsada hisselerim yükseliyordu, üç farklı ülkedeki gayrimenkullerim kira getirisi sağlıyordu ve yeni aldığım elektrikli yat Instagram’da hayli beğeni toplamıştı. Fakat yine de… yeterince iyi hissetmiyordum.
Bu, zenginliğin en nadide laneti: “Tatminsizlik.” Daha doğrusu, “Neden hâlâ daha fazla istemem gerektiğini düşünmek zorundayım?” çıkmazı. Bir noktada, kahve köpüğündeki sanat eseriyle göz göze gelince anladım ki problem, yalnızca içimde değil. Bu, sistemsel bir arıza. Kapitalizm bize yalnızca çalışmayı öğretmedi; aynı zamanda asla yeterli olmadığımızı da ezberletti.
Kendime sordum: “Ne zaman yeterince iyi olacağım?” Öyle ya, çocukken zengin olmak istemiştim. Oldum. Sonra daha da zengin olmak istedim. Onu da başardım. Ama yeterli olmadı. Hâlâ yeni girişimler kuruyor, NFT pazarında “vizyoner” olmaya çalışıyor, kendimi wellness inzivalarında yeniden keşfe zorluyordum. Yine de eksik bir şey vardı. Belki de o şey… anlamdı. Ya da TikTok’ta yeterince viral olmamaktı, emin değilim.
Psikoloğum —üç haftada bir özel jetle İsviçre’den gelen o meşhur “ruhsal koç”— bana, içimdeki çocuğu dinlememi önerdi. Dinledim. Ama çocuk sürekli yeni bir Bentley istiyor. Üstelik sadece “koleksiyon tamam olsun” diye. Gerçekten, bu çocukla nasıl bir bağ kurabilirim?
Sosyal medyada gördüğüm her başarı hikayesi —evet, artık başarı da bir gösteri sanatıdır— içimdeki “yetmez” duygusunu besliyor. Başkalarının özel jetinde neden pembe iç tasarım var da benimkinde sadece gri tonlar hâkim? Forbes listesine neden 3 sıra geriden girdim? Jeff neden daha çok seviliyor?
Zengin olmak, düşündüğünüz kadar huzurlu değil. Özellikle herkesin sizden sürekli daha iyisini beklediği bir dünyada. Yeterince zengin, yeterince başarılı, yeterince “fit” ya da yeterince spiritüel olmadığınız her an, adeta sistem tarafından cezalandırılıyorsunuz. Ve bu ceza, lüksünüzün içine gizlenmiş bir boşluk olarak karşınıza çıkıyor.
Aslında belki de hepimiz “yeterince iyi”yizdir. Ama bize bu hissi yasaklayan bir algoritma var. Kimi zaman Instagram akışında, kimi zaman özgeçmişlerde ya da Forbes listelerinde karşımıza çıkan o görünmez başarı ölçer, sürekli “bir sonrakine geç” diyor. Durağanlık, tembellik, huzur… bunlar başarısızlık olarak kodlanmış durumda.
Bir itiraf daha yapayım: Paranın çözmediği sorunlar listesi düşündüğünüzden daha uzun. Mesela, hangi özel okulun çocuğunuzu en “ileri düzey” birey yapacağı konusu. Ya da hangi holding logosunun altına adınızı yazarsanız, kendinizi daha az sahte hissedeceğiniz sorusu.
Evet, yeterince iyi hissetmiyoruz. Çünkü yeterince iyi hissetmek, tıpkı “doğal” beslenme gibi, aslında reklamı yapılan ama satılmayan bir şey. Size bunu satın alabileceğinizi söyleyen herkes, muhtemelen sizin “eksik hissetme” halinizden geçiniyor. İronik ama gerçek: Kendimizi yetersiz hissettikçe, sistem mükemmel çalışıyor.
Yani belki de “yeterince iyi” hissetmenin tek yolu, bir gün “artık istemiyorum” diyebilmek. Ama işte o da pahalı bir lüks. Henüz almadım. Belki bir sonraki yıl. Ya da bir sonraki Forbes kapağında. Kim bilir.








