Bütçe Dengesi Bozuluyor: Artan Gelirler, Derinleşen Açıklar

Türkiye ekonomisinde son dönemde gelir tarafında kayda değer bir artış yaşanıyor. Son bir yıl içinde bütçe gelirleri yüzde 60’ın üzerinde yükselmiş durumda. Bu artış, sadece nominal değil; enflasyonun üzerinde seyretmesiyle birlikte reel bir artış anlamına da geliyor. Ancak bu olumlu görünen tabloya rağmen, bütçe dengesi açısından tablo karamsar bir hâl alıyor.

Zira gelirlerdeki yüzde 60’lık artışa rağmen, faiz giderlerinde yaşanan artış yüzde 130’u bulmuş durumda. Yani devletin topladığı her 100 liralık gelirin önemli bir kısmı, sadece borçların faiz ödemelerine gidiyor. Bu, bütçe üzerinde büyük bir yük oluştururken, elde edilen gelirin kamu yatırımlarına, sosyal harcamalara veya üretim desteklerine yönlendirilmesini de zorlaştırıyor.

Borçlanmanın gerekçesi genellikle “altyapı yatırımları” ya da “üretim kapasitesinin artırılması” gibi yapısal ve uzun vadeli faydalar sağlayacak alanlar olarak sunulsa da, veriler farklı bir tabloyu işaret ediyor. Mevcut veriler, borçlanmanın temel nedeninin üretim değil, tüketim kaynaklı olduğunu gösteriyor. Yani ekonomik büyümenin temelinde üretim değil, tüketim eğilimi yer alıyor. Bu da borçlanmanın sürdürülebilirliğini zayıflatıyor.

2024 yılı için açıklanan hedeflerde, özellikle kamuda tasarrufa gidileceği belirtilmişti. Kamu tüketiminde yüzde 10 ila 15 oranında bir azalma hedeflenmişti. Ancak gerçekleşmelere baktığımızda, kamu tüketiminin yüzde 64 oranında arttığını görüyoruz. Bu artış, sadece hedeflerin tutturulamadığını değil, aynı zamanda tüketim odaklı kamu politikalarının sürdüğünü ortaya koyuyor. Bu durum, bütçe açığının daha da derinleşmesine neden oluyor.

Gelir artarken açıkların büyümesi, ekonomideki yapısal sorunları daha görünür hale getiriyor. Borçlanma ve faiz yükünün hızla artması, kamu maliyesinde ciddi bir baskı oluşturuyor. Bu baskı altında kamunun daha fazla borçlanmaya yönelmesi, bir kısır döngüyü tetikliyor. Daha fazla açık, daha fazla borçlanmayı; daha fazla borçlanma ise daha yüksek faiz ödemelerini ve dolayısıyla yeni açıkları beraberinde getiriyor.

Bu kısır döngü, sadece kamu maliyesiyle sınırlı kalmıyor. Belirsizlik ortamını artırıyor, enflasyonu yukarı çekiyor, döviz ihtiyacını büyütüyor ve toplumun alım gücünü düşürüyor. Aynı zamanda kaynakların verimli kullanımını engelleyerek, ekonomik büyümenin niteliğini zayıflatıyor. Tüm bu gelişmeler, reel sektörden hanehalkına kadar ekonominin tüm aktörlerinde güvensizlik duygusunu derinleştiriyor.

Özetle, bütçe gelirlerinde sağlanan artışa rağmen, harcamaların kompozisyonu ve borçlanma dinamikleri, ekonomide sürdürülebilir bir dengeyi engelliyor. Tüketim odaklı kamu politikalarının gözden geçirilmesi, tasarruf hedeflerinin samimiyetle uygulanması ve borçlanmanın üretken alanlara yönlendirilmesi, bu döngünün kırılması için kritik önemde. Aksi halde, gelir artışı ne kadar yüksek olursa olsun, ekonomik istikrar sağlanamayacak gibi görünüyor.