78 Günlük Bahar: Ekonomide Umuttan Belirsizliğe

Türkiye, ekonomik açıdan 2025 yılına büyük umutlarla adım attı. Uzun süredir yüksek enflasyon, dalgalı döviz kurları ve kırılgan yatırım ortamı gibi sorunlarla mücadele eden ülke, yeni yıla girerken ekonomi yönetiminin kararlılığı ve uygulanan politikaların olumlu etkileriyle moral bulmuştu. Özellikle enflasyonla mücadele programının yılın ilk aylarında meyvelerini vermeye başlaması, hem piyasaların hem de vatandaşların beklentilerini olumlu yönde etkiledi. Enflasyondaki gerilemenin sürdürülebilir olacağına dair sinyaller alınırken, Merkez Bankası’nın faiz indirim sürecine başlaması da ekonomik aktörlerin önünü görmesini kolaylaştırdı.

Bu süreçte sadece iç gelişmeler değil, dış ekonomik göstergeler de Türkiye lehine dönmeye başladı. Merkez Bankası’nın döviz rezervlerindeki artış, Türkiye’nin ekonomik kırılganlığına işaret eden risk priminde yaşanan düşüşle birlikte değerlendirildiğinde, TL varlıklara olan güvenin artmasına neden oldu. Yerli ve yabancı yatırımcıların tekrar Türk Lirası’na yönelmesi, borsada yukarı yönlü hareketleri beraberinde getirdi. 2025’in başında oluşan bu iyimser hava, bir süredir durağan seyreden sermaye piyasalarının da hareketlenmesine yol açtı. Bu hareketlilik, küçük yatırımcıdan büyük fonlara kadar birçok kesimde yeniden bir güven ortamı oluştuğu izlenimini verdi.

Ancak bu olumlu tablo, ne yazık ki uzun soluklu olamadı. İlk çeyreğe yaklaşırken, yani yaklaşık 2,5 ay veya 78 gün süren bu bahar havası, yerini belirsizliklere ve tekrar artan endişelere bıraktı. Piyasalarda gözlemlenen bu dönüş, beklentilerle gerçekleşmeler arasındaki farkın giderek açılmasıyla daha da belirginleşti. Özellikle enflasyondaki düşüş eğiliminin yavaşlaması ve temel ürünlerde fiyat artışlarının yeniden hız kazanması, vatandaşların alım gücünde yeni bir erimeyi gündeme getirdi. Bu durum, tüketici güven endeksine de yansırken, piyasalarda yeniden temkinli bir hava hakim olmaya başladı.

Bununla birlikte, faiz indirimlerinin hız kazanması, kredi maliyetlerini bir süreliğine düşürse de, bu adımların tüketimi ve yatırımı yeterince canlandırıp canlandıramayacağına dair soru işaretleri doğurdu. Ayrıca döviz kurlarında yaşanan dalgalanmalar, ithalat maliyetlerini artırarak fiyat istikrarını tehdit eden bir unsur haline geldi. Ekonomi yönetimi her ne kadar yapısal reformlardan ve orta vadeli plandan bahsetse de, piyasanın bu açıklamalara verdiği tepki sınırlı kaldı. Kısa sürede geri gelen güvensizlik, yatırım kararlarını da olumsuz yönde etkiledi.

Sonuç olarak, 2025 yılına umutla başlayan Türkiye ekonomisi, ilk 78 günün ardından yeniden bir kırılma sürecine girmiş durumda. Bu süreç, geçmiş deneyimlerin ışığında değerlendirildiğinde, sadece para ve maliye politikalarıyla değil; aynı zamanda hukuk devleti, şeffaflık, kurumsal güven ve sosyal adalet gibi alanlarda atılacak adımların önemini bir kez daha ortaya koyuyor. Türkiye’nin ekonomik açıdan kalıcı bir iyileşme sürecine girebilmesi için, geçici bahar havası değil, uzun vadeli ve kararlı bir yapısal dönüşümün hayata geçirilmesi gerekiyor. Aksi halde, her yılın başında yeşeren umutlar, yine birkaç ay içinde yerini kırılganlığa bırakmaya devam edecek gibi görünüyor.