Üniversiteli Gencin İsyanı: Geleceği Düşünmekten Bugünü Yaşayamıyoruz!

Sabahın erken saatlerinde uyanıp derslere koşan, öğle arasında staj başvurularını tamamlamaya çalışan, akşamına sınav notlarını düşünerek uykuya yenik düşen bir gençlik… Üniversite koridorlarında, kütüphane köşelerinde ve sosyal medya gönderilerinde yankılanan bir isyanın sesi: “Gelecek için bu kadar çabalarken, bugünümüzü neden kaybediyoruz?”

Sürekli Yarını Düşünmek: Bir Kuşağın Tükenmişliği

Üniversiteli gençler, adeta bir “gelecek endüstrisi”nin baskısı altında. Ailelerin “iyi bir iş” beklentisi, sistemin “diploma + sertifika + staj” dayatması ve sosyal medyanın “mükemmel yaşam” illüzyonu, gençleri sürekli yarını düşünmeye zorluyor. Ancak bu koşuşturmada kaybolan bir şey var: anı yaşamak. Bir öğrenci, “Mezun olunca işsiz kalır mıyım?” korkusuyla bölümünü sevemiyor, “CV’m eksik kalır mı?” endişesiyle hobilerini erteleyip, “Başarısız olursam?” kaygısıyla sosyal ilişkilerini zedeliyor. Peki, bu kısır döngü neden bir isyana dönüşüyor?

Nedenler: Sistem mi, Biz mi?

  1. Eğitim Sisteminin Çıkmazı: Üniversiteler, öğrencilere “not odaklı” bir sistem dayatıyor. Öğrenmek yerine sınav geçmek, merak yerine müfredat yetiştirmek öncelik haline geliyor. Bir psikoloji öğrencisi, “Freud’u ezberliyorum ama kendi iç çatışmalarımı çözemiyorum” diyor.
  2. Ekonomik Belirsizlik: Enflasyon, işsizlik ve geçim sıkıntısı gençlerin omuzlarında. “Mezun olduğumda asgari ücretle mi çalışacağım?” sorusu, özgüveni yerle bir ediyor.
  3. Sosyal Medyanın Zehirli Etkisi: “Herkes benden daha iyi durumda” algısı, gençleri sürekli bir yarışa sokuyor. Bir TikTok videosunda mutlu görünen akran, ertesi gün depresyon ilaçlarından bahsediyor.

Sonuçlar: Kaybolan Kimlikler ve Yalnızlaşan Nesil

Bu baskılar, gençlerde anksiyete, depresyon ve tükenmişlik sendromunu patlattı. Psikologlar, “Üniversiteli gençlerde kaygı bozukluğu salgını” uyarısı yapıyor. İronik olan ise, geleceği kurtarmak uğruna bugünün hasta edilmesi. Bir öğrenci, “Aileme ‘İyi olacağım’ diyorum ama her gece ağlıyorum” itirafında bulunurken, bir diğeri “Artık kim olduğumu bile bilmiyorum” diye haykırıyor.

İsyanın Manifestosu: Bugünü Geri Almak

Ancak bu nesil, sessizce çürümüyor. Kampüslerde, sosyal medyada ve sanatta bir direniş başlıyor:

  • “Anı Yaşa” Hareketleri: Öğrenci kulüpleri, “mindfulness” etkinlikleri düzenliyor. “Bir günlüğüne telefonu kapat, doğaya çık” çağrıları yayılıyor.
  • Eğitimde Reform Talebi: Öğrenciler, “not sistemi yerine yetkinlik odaklı eğitim” istiyor. “Staj değil, deneyim” diyenler, gönüllü projelere yöneliyor.
  • Sosyal Medya Detoksu: “Kusurlu selfie” akımları, mükemmeliyetçiliğe başkaldırıyor. “#BugünüYaşa” etiketiyle paylaşılan gönderiler, gerçekliği yüceltiyor.

Çözüm: Dengeyi Bulmak

Gelecek kaygısını sıfırlamak mümkün değil, ancak denge mümkün:

  • Bireysel Adımlar: “Her güne bir küçük mutluluk” hedefi: Kahve içerken telefonu kenara koymak, bir arkadaşla göz teması kurmak.
  • Kurumsal Sorumluluk: Üniversiteler, mental destek birimlerini güçlendirmeli. Şirketler, stajyerlere “insan” muamelesi yapmalı.
  • Toplumsal Dönüşüm: Aileler, “Başarı = Mutluluk” algısını kırmalı. Devlet, gençlere “güveneceği bir gelecek” sunmalı.

Son Söz: Bugün, Yarının Temeli

Bir Çin atasözü der ki: “En karanlık gökyüzünde bile yıldızlar parlaktır.” Gençler, bugünün karanlığında yıldızları görmeyi öğrenmek zorunda. Ancak o zaman yarın, bugünün üzerine inşa edilebilir. Belki de isyan, bir uyanışın başlangıcıdır: Yaşamak için değil, yaşamak üzere varız.


Bu yazı, sadece üniversitelilere değil, “gelecek” denen kâbustan bunalan herkese bir çağrıdır: Bugün, dünün yarınıydı. Yarını düşünerek bugünü çalmayın.