21’nci Yüzyılda Neoliberal Politikaların Toplumsal Etkileri: Parçalanan Sosyal Dokular ve Arayışlar

21’nci yüzyıl, neoliberalizmin küresel ölçekte zaferini ilan ettiği ancak aynı zamanda bu zaferin toplumsal maliyetlerinin derinleştiği bir dönem oldu. 1980’lerde Reagan ve Thatcher’la ivme kazanan neoliberal politikalar, devletin küçültülmesi, piyasanın her alanda öncelenmesi, özelleştirmeler ve deregülasyonlarla karakterize edildi. Ancak bu politikaların 2000’lerde dijital kapitalizm, finansal küreselleşme ve eşitsizliklerle harmanlanması, toplumsal yapıları temelinden sarsan sonuçlar doğurdu. Peki, neoliberalizm bugün bizi nereye taşıdı?

    Ekonomik Eşitsizlik: Zengin ile Yoksul Arasındaki Uçurum

    Neoliberalizmin en çarpıcı etkisi, gelir ve servet dağılımındaki adaletsizlik oldu. OECD verilerine göre, dünya nüfusunun en zengin %1’i, son 20 yılda küresel servetin üçte ikisini kontrol eder hale geldi. Öte yandan, işçi sınıfı ve orta sınıf, ücretlerin durgunluğu, güvencesiz çalışma koşulları ve artan yaşam maliyetleriyle mücadele ediyor. Özellikle genç nesiller, “gig economy” (kısa süreli işler ekonomisi) içinde sosyal güvenceden yoksun, geleceksiz bir hayata mahkûm ediliyor.

    Bu eşitsizlik, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda coğrafi ve nesiller arası bir krize dönüştü. Afrika ve Latin Amerika’da kaynak sömürüsü, Avrupa’da kemer sıkma politikaları, ABD’de eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimdeki farklar, neoliberalizmin evrensel bir sorun olduğunu gösteriyor.

    Kamusal Alanın Çöküşü: Sağlık, Eğitim, Konut

    Neoliberal politikalar, kamusal hizmetleri “verimsiz” addederek özelleştirmeyi meşrulaştırdı. Ancak bu durum, toplumun en kırılgan kesimlerini vurdu. Örneğin, COVID-19 pandemisi, sağlık sistemlerinin özelleştirilmesinin nelere mal olduğunu acı bir şekilde gösterdi: Zengin ülkeler bile yoğun bakım yatakları ve aşı tedariki için mücadele ederken, yoksul ülkelerde insanlar temel ilaçlara erişemedi.

    Eğitimde ise üniversitelerin ticarileşmesi, öğrenci borç krizlerini doğurdu. ABD’de öğrenci borcu 1.7 trilyon doları aşarken, Türkiye’de de vakıf üniversitelerinin yaygınlaşması, eğitimde fırsat eşitsizliğini derinleştirdi. Konut piyasasındaki spekülasyonlar ise dünya genelinde “evsizler ordusu” yarattı. Londra’da bir lüks apartman dairesi boş dururken, sokakta donma tehlikesi yaşayan insanların varlığı, sistemin çarpıklığını özetliyor.

    Sosyal Dayanışmanın Aşınması: Bireycilik ve Yabancılaşma

    Neoliberalizm, “herkes kendi başının çaresine baksın” anlayışını norm haline getirdi. Sosyal devletin geri çekilmesi, insanları bireysel çözümlere itti. Ancak bu durum, toplumsal dayanışma ağlarını zayıflattı. Sendikaların güç kaybetmesi, sosyal hakların gerilemesi ve insanların sürekli “rekabet” baskısı altında hissetmesi, psikolojik sorunları tetikledi. Dünya Sağlık Örgütü, depresyon ve anksiyete vakalarının son 10 yılda %25 artış göstermesini kaygı verici buluyor.

    Ayrıca, neoliberal söylemin “başarı” ve “bireysel sorumluluk” vurgusu, toplumdaki mağduriyetleri görünmez kıldı. İşsizlik veya yoksulluk, artık “kişisel başarısızlık” olarak damgalanıyor. Bu durum, insanlar arasında güvensizliği ve yabancılaşmayı besliyor.

    Siyasetin Krizi: Popülizm ve Demokratik Erozyon

    Neoliberal ekonomik politikaların siyasi sonuçları da en az toplumsal etkileri kadar çarpıcı. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, kitleleri siyasi sistemden soğuttu. Demokratik kurumlara duyulan güven azalırken, popülist liderler “düzen karşıtı” söylemlerle yükselişe geçti. Brexit, Trumpizm veya Latin Amerika’da aşırı sağın yükselişi, neoliberal küreselleşmenin yarattığı hayal kırıklığının ürünleri.

    Ancak popülizm, sorunlara çözüm üretmekten ziyade, toplumsal kutuplaşmaları derinleştiriyor. Göçmen karşıtlığı, milliyetçilik ve otoriterleşme, neoliberalizmin açtığı yaraları sarmak yerine, onları kangren haline getiriyor.

    Alternatif Arayışları: Yeni Toplumsal Sözleşme Mümkün mü?

    Neoliberalizmin krizi, aynı zamanda yeni arayışları da beraberinde getirdi. İklim aktivistleri, sosyal adalet savunucuları ve dijital demokrasi inisiyatifleri, “başka bir dünya”nın mümkün olduğunu haykırıyor. Kamusal hizmetlerin yeniden inşası, vergi adaleti, temel gelir ve ekolojik dönüşüm gibi talepler, giderek daha fazla destek buluyor.

    Örneğin, Yeni Zelanda’da “refah bütçesi” uygulaması, İspanya’da temel gelir denemeleri veya Avrupa’da Yeşil Yeni Düzen tartışmaları, neoliberalizmin alternatiflerinin filizlendiğini gösteriyor. Ancak bu hareketlerin kalıcı olması için siyasi irade ve toplumsal mutabakat gerekiyor.

    Sonuç: Yaşanabilir Bir Gelecek İçin…

    21’nci yüzyıl, neoliberalizmin toplumsal bedelini ödemekten yorulan insanlığın arayışlarını da simgeliyor. Ekonomik büyüme odaklı bir sistem yerine, insan ve doğa odaklı bir paradigmaya geçiş kaçınılmaz görünüyor. Bunun için, kamunun yeniden güçlendirildiği, eşitsizliklerin azaltıldığı ve dayanışmanın merkeze alındığı bir toplumsal sözleşme şart. Neoliberalizmin “herkes kendi gemisini yüzdürür” mantığı, ancak batmaya mahkûm bir filodur. Oysa gerçek kurtuluş, ancak birlikte inşa edilecek bir gelecekte mümkün.


      Bu köşe yazısı, neoliberal politikaların güncel etkilerini ele alırken, okuyucuyu eleştirel düşünmeye ve çözüm arayışlarına davet ediyor. Çünkü değişim, önce farkındalıkla başlar.