Dünya ekonomisinin iki dev aktörü olan Amerika Birleşik Devletleri ile Çin Halk Cumhuriyeti arasında uzun süredir devam eden ticaret savaşı, Malezya’daki kritik müzakerelerin ardından “ön çerçeve anlaşma” ile yeni bir dönemece girdi. Kuala Lumpur’da yapılan 5. tur görüşmelerinde ABD Hazine Bakanı Scott Bessent ve Çin Başbakan Yardımcısı Hı Lifıng başkanlığındaki heyetler, karşılıklı tarife artışlarının doğurduğu ekonomik tansiyonu düşürecek ilk ciddi adımı attıklarını duyurdu. Bu gelişme, yalnız iki ülke için değil, küresel ticaret dengeleri açısından da umut verici bir sinyal niteliğinde.
Son yıllarda Washington ve Pekin hattında yaşanan gerginlik, yalnızca ticaret rakamlarını değil, küresel tedarik zincirlerini, yatırım stratejilerini ve hatta siyasi dengeleri bile altüst etti. Trump yönetiminin yeniden göreve gelmesinin ardından başlattığı “ek gümrük vergisi” politikası, Amerika’nın küresel ticareti yeniden kendi lehine biçimlendirme çabasının bir yansımasıydı. Ancak Çin’in buna aynı sertlikle yanıt vermesi, ticaret savaşını karşılıklı misillemelerin zincirine dönüştürdü. Tarafların uyguladığı tarifeler sırasıyla yüzde 145 ve yüzde 125 seviyelerine kadar tırmandı; bu oranlar, yalnız ikili ticaretin değil, tüm Asya-Pasifik bölgesinin istikrarını sarsacak bir boyuta ulaşmıştı.
Oysa Malezya’daki görüşmelerde ulaşılan ön çerçeve anlaşma, tarafların bu gidişatı durdurma iradesini gösteriyor. Görüşmelerin bir hazırlık niteliği taşıdığı, 30 Ekim’de Güney Kore’de yapılacak Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) Zirvesi’nde Trump ile Şi Cinping arasında gerçekleşecek yüz yüze görüşmenin de bu anlaşmanın detaylarını netleştireceği belirtiliyor. Eğer bu diplomatik temaslar beklenen sonucu verirse, küresel ekonomi, uzun süredir hasret kaldığı bir istikrar nefesini alabilir.
Müzakere sürecinin seyri, aslında her iki tarafın da ekonomik açıdan birbirine ne kadar bağımlı olduğunu bir kez daha ortaya koydu. İlk turu Cenevre’de yapılan görüşmelerde, tarafların 90 gün boyunca tarifeleri karşılıklı düşürme kararı alması, sürecin ilk yumuşama sinyaliydi. ABD’nin Çin mallarına uyguladığı tarifeyi yüzde 145’ten 30’a, Çin’in ise ABD mallarına uyguladığı vergiyi yüzde 125’ten 10’a düşürmesi, gerilimin azaltılabileceğine dair umut yaratmıştı. Ardından Londra, Stockholm ve Madrid’de yapılan görüşmeler, anlaşmazlığın geçici olarak yumuşatılmasını sağlasa da, kalıcı bir çözüm için yeterli olmamıştı. Malezya’daki toplantı ise, bu uzun müzakere zincirinde somut bir “ön anlaşma” ile sonuçlanması açısından önemli bir dönüm noktası oldu.
Ancak bu “ön çerçeve” her ne kadar olumlu bir gelişme olsa da, kalıcı bir barış anlamına geldiğini söylemek için erken. Çünkü ABD tarafı teknoloji alanındaki kısıtlamalardan, Çin tarafı ise nadir toprak elementleri üzerindeki kontrolünden vazgeçmiş değil. Her iki ülkenin de ekonomik stratejilerinde milliyetçi refleksler hâlâ güçlü. Bu nedenle, önümüzdeki süreçte yaşanacak gelişmeler, yalnız ticari değil, jeopolitik bir satranç oyununun da seyrini belirleyecek.
Ticaret savaşlarının kazananı yoktur; sadece zararı daha az olan taraf vardır. Bu nedenle ABD ve Çin’in attığı bu diplomatik adım, yalnız kendi çıkarlarını değil, dünya ekonomisinin geleceğini de şekillendirecek nitelikte. Küresel piyasalarda istikrarın yeniden tesis edilmesi, tedarik zincirlerinin rahatlaması ve yatırım ortamının güven kazanması açısından bu anlaşmanın kalıcı hale gelmesi büyük önem taşıyor.
Sonuç olarak Malezya’daki bu uzlaşma, uzun bir ticaret fırtınasının ardından esen ilk “bahar esintisi” olarak değerlendirilebilir. Ancak bu esinti, küresel ekonomiye yeni bir nefes mi, yoksa geçici bir soluk mu kazandıracak, bunu zaman gösterecek. Eğer Trump ve Şi Cinping, APEC Zirvesi’nde aynı masa etrafında gerçekten yapıcı bir irade ortaya koyarsa, belki de son yılların en sert ticaret savaşlarından biri yerini, yeni bir ekonomik iş birliği dönemine bırakabilir.











