Küresel Sınamalar ve Türkiye’nin Ekonomik Görünümü

Küresel ekonomi son yıllarda birbirini takip eden krizlerin etkisiyle kırılgan bir yapıya bürünmüş durumda. COVID-19 pandemisiyle başlayan sarsıntılar, ardından gelen tedarik zinciri bozulmaları, enerji krizi, gıda arzındaki dalgalanmalar ve jeopolitik gerilimlerle derinleşti. Bugün dünya ekonomisi yüksek enflasyon, faiz belirsizlikleri, yavaşlayan büyüme ve artan borçlanma maliyetleriyle mücadele ediyor. Türkiye ise bu küresel türbülansın tam ortasında, kendi iç dinamikleriyle şekillenen bir yol haritası çizmeye çalışıyor.

Pandemi sonrası dönemde merkez bankalarının genişleyici para politikalarının etkisiyle küresel likidite ciddi oranda artmıştı. Ancak enflasyonun kontrolsüz biçimde yükselmesi başta ABD Merkez Bankası (Fed) olmak üzere birçok gelişmiş ülke merkez bankasını faiz artırımlarına zorladı. Bu durum gelişmekte olan ülkelerden sermaye çıkışına neden olurken Türkiye gibi dış finansmana ihtiyaç duyan ekonomilerde döviz kurları üzerinde baskı oluşturdu.

Jeopolitik gelişmeler de ekonomik dinamikleri doğrudan etkiliyor. Rusya-Ukrayna savaşı enerji ve tarım emtia fiyatlarını küresel ölçekte dalgalandırırken Orta Doğu’da yaşanan çatışmalar enerji güvenliği açısından endişeleri artırdı. Bu tabloda ülkeler sadece ekonomik değil stratejik hamleler yapmak zorunda kalıyor. Türkiye’nin hem enerji koridoru üzerinde yer alması hem de çok yönlü dış politika izlemesi bu süreci daha karmaşık ama aynı zamanda fırsat dolu hale getiriyor.

Tüm bu küresel zorluklar Türkiye ekonomisinin mevcut yapısal kırılganlıklarını daha görünür hale getirdi. Yüksek cari açık, dışa bağımlı üretim yapısı, döviz kuru oynaklığı ve enflasyon baskısı uzun süredir çözüm bekleyen temel sorunlar arasında. 2023 ve 2024 yıllarında uygulanan para politikası değişiklikleriyle birlikte Türkiye yeniden ortodoks politikalara yönelmeye başladı. Merkez Bankası’nın faiz artışları, sadeleştirme adımları ve piyasa dostu açıklamalar yabancı yatırımcılar nezdinde olumlu bir algı oluşturdu. Ancak bu politikaların etkisinin hissedilmesi zaman alacak.

Enflasyonla mücadelede kalıcı başarı sağlamak sadece para politikasıyla mümkün değil. Mali disiplinin sağlanması, vergi reformları, üretim ve ihracat odaklı yapısal dönüşümler gerekiyor. Aynı zamanda yatırım ortamının güçlendirilmesi, hukuki güvencelerin artırılması ve eğitime dayalı bir kalkınma modeli Türkiye’nin uzun vadeli ekonomik dayanıklılığı açısından kritik önem taşıyor.

Pozitif anlamda Türkiye’nin en büyük avantajlarından biri genç ve dinamik nüfusu. Ancak bu potansiyelin değere dönüşmesi için istihdam yaratacak sektörlerin desteklenmesi gerekiyor. Teknoloji, yeşil enerji, tarım teknolojileri ve sağlık turizmi gibi alanlar sürdürülebilir büyüme için yeni fırsatlar sunuyor. Türkiye’nin küresel rekabet içinde geri kalmaması bu alanlara yapacağı yatırımlarla doğrudan ilişkili.

Küresel sistemin belirsizliğe sürüklendiği bu dönemde, ekonomik olarak dirençli kalabilmek için sadece krizlere tepki veren değil, proaktif ve uzun vadeli politikalar üreten bir yaklaşım gerekiyor. Türkiye’nin bu süreçte başarıya ulaşması şeffaflık, öngörülebilirlik ve kararlılıkla mümkün olacaktır.

Ekonomik mücadele artık sadece rakamlar üzerinden değil, siyasi istikrar, diplomatik denge ve sosyal uyum gibi faktörlerin iç içe geçtiği bir yapı içinde sürdürülüyor. Türkiye bu denklemde doğru stratejilerle yer alırsa küresel sınamaları fırsata çevirebilir.