Haftaya küresel piyasalarda tarife geriliminin gölgesinde başladık. ABD ile Japonya ve Güney Kore arasında yürütülen ticaret görüşmelerinin sonuçsuz kalması, Başkan Trump’ın “anlaşma sağlanamayan ülkelere 1 Ağustos’tan itibaren uygulanacak tarifeleri mektupla bildireceğiz” açıklamasıyla sertleşti. Nitekim Trump, Güney Kore ve Japonya’ya doğrudan %25 gümrük vergisi uygulayacaklarını ilan etti. Bu haber, Asya ve Avrupa borsalarına satış getirirken, ABD vadeli endekslerinde de risk iştahını baskıladı.
Oysa haftanın başında tablo çok daha farklıydı. Beklentileri aşan ABD tarım dışı istihdam verisi, Eylül ayında Fed’in faizleri sabit tutma ihtimalini artırdı. Bu, ABD tahvil getirilerini yukarı çekerken, hisse senedi piyasaları güçlü veriye pozitif tepki verdi. Perşembe günü ABD borsaları yeni zirvelerini gördü. Ancak 9 Temmuz öncesinde sertleşen tarife söylemleri tüm bu kazanımları hızla sildi. Böylece küresel piyasalarda bir kez daha jeopolitik gerilimlerin, ticaret savaşlarının ve korumacı politikaların yarattığı kırılgan atmosferi test etmiş olduk.
Türkiye’ye dönersek; küresel çalkantıya rağmen Türkiye varlıklarının son dönemde olumlu ayrıştığını görüyoruz. Bunun temel nedeni, TÜİK’in açıkladığı son enflasyon verileriyle birlikte dezenflasyon sürecinin —yaşanan çoklu şoklara rağmen— kararlılıkla devam ettiğine dair beklentilerin güçlenmesi. Cuma günü açıklanan mevsimselliğe göre düzeltilmiş TÜFE rakamları, ham verilerin yarattığı karmaşayı ortadan kaldırarak dezenflasyon eğiliminin sürdüğünü teyit etti. Perşembe günü manşet ve çekirdek enflasyonun birbirine çelişkili sinyaller verdiği ortamda piyasalarda bir miktar oynaklık yaşanmıştı. Mevsimsel düzeltmeler, bu algıyı pozitife çevirerek TL varlıkları destekledi.
Bunun en somut yansımaları bankacılık hisselerinde görüldü. Geçtiğimiz hafta bankacılık endeksi %11 yükseldi. Ülke risk primi (CDS) 280 baz puana kadar gerileyerek son dönemin en düşük seviyelerine indi. 10 yıllık devlet iç borçlanma senetlerinin (DİBS) getirisi ise %31’in altına sarktı. Bu tablo, siyaseten tam anlamıyla bir normalleşme yaşanmadan bile, ekonominin ve piyasaların belirli ölçüde toparlanabileceğine dair ilk işaretleri veriyor.
Elbette burada büyük bir parantez açmak gerekiyor. Türkiye son bir yılda; içeride siyasi gerilimler, dışarıda ise Ortadoğu’da artan savaş riski ve küresel ticaret savaşlarının baskısı altında kalmasına rağmen enflasyonla mücadeleden geri adım atmadı. Bu durum yatırımcı nezdinde önemli bir kredi açılmasını sağlıyor. Ancak unutmamak gerekir ki; kur, enflasyon ve faiz dengesini uzun vadede sağlamanın yolu yalnızca para politikasıyla değil, aynı zamanda yapısal reformlarla ve hukuk güvenliğiyle daima desteklenmek zorunda.
Küresel ekonominin korumacılığa savrulduğu, ABD’nin her an yeni tarifeler ilan edebildiği, petrol fiyatlarının Ortadoğu’daki her çatışmada sıçrayabildiği bir dönemde Türkiye’nin bu dezenflasyon patikasını koruması kolay olmayacak. Buna rağmen son veriler, piyasaların en azından kısa vadede Türkiye ekonomisine yeniden kredi açmaya başladığını gösteriyor. Yine de unutulmamalı; kırılgan bir güven ortamındayız. En küçük siyasi veya jeopolitik sarsıntıda bu tablo kolaylıkla terse dönebilir.
Bu yüzden “ekonomi normalleşiyor mu?” sorusu, ancak “kalıcı mı?” eklemesiyle anlam kazanır. Çünkü yatırımcı için esas değer, politika adımlarının sürekliliği, hukuk güvenliğinin kalıcılığı ve fiyat istikrarının istisna değil norm haline gelmesidir. Türkiye son haftalarda bunu sağlama yönünde önemli adımlar atmış görünüyor. Fakat bu yol uzun, engebeli ve hâlâ fazlasıyla belirsizlikle dolu. Ekonomi yönetiminin de yatırımcının da gözünü bir an olsun daldan ayırmaması gerekiyor. Aksi halde kısa vadeli bu iyimser tablo, yerini yeniden sarsıntılı bir hikâyeye bırakabilir.











