Türkiye ekonomisi, parasal sıkılaştırma politikalarının gölgesinde 2025 yılının ilk çeyreğinde yüzde 2 oranında büyüyerek üst üste 19. çeyrekte de büyüme kaydetti. Bu oran, piyasa beklentisi olan yüzde 2,3’ün biraz altında kalsa da, sıkı para politikalarının, iç talebi kısmaya yönelik uygulamaların ve genel ekonomik yavaşlatma stratejilerine rağmen ekonominin hâlâ pozitif bölgede kalabildiğini gösteriyor.
Geçen yılın ilk çeyreğinde yüzde 4,1 büyüyen sanayi sektöründe bu yılın ilk çeyreğinde yüzde 1,8’lik bir daralma yaşanırken, tarım sektörü yüzde 2 küçülerek kan kaybını sürdürdü. Buna karşılık inşaat sektörü, özellikle deprem bölgesindeki yatırımların etkisiyle yüzde 7,3 büyüyerek yılın en hızlı gelişen sektörü oldu. Hizmetler tarafında ise büyüme ılımlı kaldı; bilgi ve iletişim, mesleki faaliyetler gibi alanlar öne çıktı. Finans ve kamu hizmetlerindeki büyüme ise sınırlı düzeyde gerçekleşti.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) üretim yöntemiyle hesapladığı GSYH, yılın ilk çeyreğinde cari fiyatlarla yüzde 36,7 artışla 12 trilyon 125 milyar liraya yükseldi. ABD doları cinsinden GSYH ise 335,5 milyar dolar oldu. Zincirlenmiş hacim endeksine göre büyüme ise yüzde 2 olarak kaydedildi. Mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış verilere göre ekonomi bir önceki çeyreğe göre yüzde 1 oranında büyüdü.
Yurt içi talep hala güçlü görünümünü koruyor. Hanehalkı tüketimi geçen yılın aynı çeyreğine göre yüzde 2 artarken, devletin nihai tüketim harcamaları yüzde 1,2, yatırımlar ise yüzde 2,1 artış gösterdi. Gelir tarafında ise işgücü ödemelerinde yüzde 42,9, net işletme artığı/karma gelirde ise yüzde 31,2’lik artışlar dikkat çekti. Bu tablo, üretimin ve istihdamın belirli sektörlerde hâlâ dirençli kaldığını ortaya koyuyor.
Öte yandan tarımda yaşanan daralma, sektördeki yapısal kırılganlıkları bir kez daha gözler önüne serdi. İklim koşullarının olumsuz etkileri, maliyet artışları, ihracat kısıtlamaları ve ithalat baskısı gibi çok sayıda faktör, üreticinin gelirini ve üretim kapasitesini sınırlamaya devam ediyor.
Sanayideki gerileme ise daha yapısal ve kritik bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Parasal sıkılaştırmanın etkisiyle iç talepteki yavaşlama, yüksek faiz maliyetleri ve ihracat pazarlarında zayıf seyir sanayi üretimini baskılamayı sürdürüyor. Geçtiğimiz yılın tümünde yalnızca yüzde 0,5 büyüyen sanayi sektörü, bu yıl da zayıf seyrini sürdürüyor ve bu, ekonomik büyümenin niteliği açısından endişe verici bir tabloyu işaret ediyor.
GSYH’nin dolar bazında artışıyla birlikte kişi başına düşen milli gelir 16 bin doların üzerine çıktı. Bu veri, kağıt üstünde olumlu bir tablo çizse de, TL’nin reel olarak değer kazanmasının ve kur seviyesinin düşük kalmasının bu artışta başrol oynadığını unutmamak gerekiyor. Reel gelirde aynı oranda bir artış yaşanmadığı gibi, artan yaşam maliyetleriyle birlikte halkın alım gücü önemli ölçüde baskılanıyor. Bu yönüyle söz konusu gelir artışı, “fiktif zenginleşme” algısını güçlendiriyor.
Sonuç olarak, Türkiye ekonomisi ilk çeyrekte büyümesini sürdürmüş görünse de, bu büyümenin hem sektörel dağılımı hem de niteliği dikkatle analiz edilmeli. Sanayi ve tarımdaki daralma eğilimi, büyümenin sürdürülebilirliği açısından tehdit oluştururken, hizmet ve inşaat sektörlerine dayalı büyüme modelinin uzun vadede kırılganlık yaratabileceği unutulmamalı. Mevcut politika setiyle birlikte ikinci çeyrek ve sonrası için daha zorlu bir görünüm olasılığını göz ardı etmemek gerekiyor.