Fırtına Öncesi Sessizlik: Ekonomide Kritik Eşik

Bu hafta küresel piyasalarda yaşanacak gelişmeler, yılın en kritik makroekonomik dönemeçlerinden birini oluşturuyor. ABD Merkez Bankası (Fed) ve Japonya Merkez Bankası’nın (BoJ) toplantıları, ABD’den gelecek istihdam, büyüme ve PCE enflasyon verileri… Her biri tek başına piyasa yönünü dramatik biçimde değiştirme gücüne sahip. Öyle ki hafta sonunda içinde bulunduğumuz ekonomik atmosfer, bugünkünden tamamen farklı olabilir.

ABD’de istihdam verilerinde son üç yılda görülen yavaşlama, artık net bir trende oturmuş durumda. Ancak bu yavaşlama, dramatik değil; büyüteçle incelendiğinde fark edilebilecek kadar yumuşak. Bu hafta açıklanacak istihdam verilerinde de bu trendin dışına çıkan bir tablo beklenmemeli. Diğer yandan, 2. çeyrek büyüme verisi, ABD ekonomisinin güçlü bir performans sergilemeye devam ettiğini gösterecek gibi duruyor. Bu da ekonomik aktivitenin hâlâ dirençli olduğunu teyit edecek.

Piyasaların ve özellikle Fed’in yakından izlediği PCE enflasyon verisi ise çok kritik. Eğer aylık enflasyon yukarı yönlü sürpriz yapar, yıllık enflasyon ise düşüş gösterirse, bu durum Fed için karmaşık ama aynı zamanda “ılımlı” bir tablo yaratabilir. Böyle bir senaryoda, Fed’in Eylül ayında faiz indirimine gitmesi için bir zemin oluşabilir.

Powell liderliğindeki Fed’in bu haftaki toplantısından doğrudan bir faiz kararı çıkması beklenmiyor. Ancak verilen mesajlar çok belirleyici olacak. Özellikle Jackson Hole toplantısında beklenen Eylül vurgusunun bu kez erkene çekilmesi mümkün. Avrupa Birliği ile ticari anlaşmaya varılması ve bazı belirsizliklerin ortadan kalkmasıyla, Powell’ın artık “belirsizlik” söyleminin arkasına saklanması pek ikna edici olmayacaktır. Eğer piyasa beklentilerine paralel şekilde, faiz indirimi sinyali bu toplantıdan çıkarsa, Eylül ayı toplantısı öncesinde fiyatlamalar %60’lardan %90’lara sıçrayabilir.

Tahvil piyasasında bu beklentinin izleri şimdiden görülüyor. Ancak çok daha az bilinen bir gösterge olan “bond spread” bu konuda çarpıcı sinyaller veriyor. Yatırım yapılabilir seviyedeki tahviller ile yüksek riskli, çöp (junk) tahviller arasındaki getiri farkı son dönemin en düşük seviyelerine inmiş durumda. Bu, yatırımcıların faizlerin düşeceğini öngörerek daha fazla risk almayı göze aldıklarını ve portföylerini buna göre şekillendirdiklerini gösteriyor. Özellikle yüksek riskli tahvillerin getirisinin düşmesi, bu tahvillerin portföylerdeki ağırlığının arttığına işaret ediyor. Adeta sabit getirili portföylerin “alfa” unsuru hâline gelmiş durumdalar.

Bu tür sinyaller bize sadece merkez bankalarının değil, piyasaların da faiz indirimine hazırlık yaptığını gösteriyor. Yatırımcılar artık sadece bugünü değil, birkaç ay sonrasını şekillendirecek hamleleri planlıyor. Bu yönelimin sadece finansal değil, reel ekonomik etkileri de olacak. Daha gevşek finansal koşullar, tüketimi ve yatırımı tekrar canlandırabilir.

Hafta sonu gelen bir diğer önemli gelişme ise ABD ile Avrupa Birliği arasında imzalanan yeni gümrük tarifesi anlaşmasıydı. Anlaşma uyarınca ABD, Avrupa mallarına %15 vergi uygularken, Avrupa tarafı Amerikan ürünlerine vergi uygulamaktan vazgeçti. Üstelik Avrupa, savunma sanayi ve enerji alanında 750 milyar dolarlık alım sözü verirken, 600 milyar dolarlık ek yatırım taahhüdünde bulundu.

İlk bakışta bu anlaşma, piyasalarda olumlu karşılanacak bir “uzlaşma” olarak yorumlanabilir. Ancak detaylara inildiğinde, bu ticaret anlaşmasının Avrupa için oldukça aleyhte koşullar barındırdığı görülüyor. Daha önce Çin ile benzer anlaşmalarda verilen sözlerin tutulmaması gibi örnekler varken, Avrupa’nın bu kadar tek taraflı bir taviz vermesi pek çok bürokrat tarafından da sosyal medyada eleştirildi. Avrupa açısından bu gelişme bir diplomatik başarısızlık olarak kayda geçebilir.

Piyasa kısa vadeli kazançlara odaklı çalıştığı için bu anlaşmayı belirsizliklerin azalması olarak fiyatlayacaktır. Ancak orta vadede Avrupa’nın bu anlaşmadan doğrudan zarar göreceği ve siyasi olarak içerde tepki alacağı kesin. Trump sonrası bir yönetimin bu taahhütleri nasıl ele alacağı ise ayrı bir bilinmezlik konusu. Bu anlaşmanın 3 yıl sonra ne kadar geçerli olacağı belirsizliğini koruyor.

Sonuç olarak, önümüzdeki birkaç gün içerisinde hem finansal piyasalarda hem de politik zeminde çok ciddi değişiklikler yaşanabilir. Ekonomi yönetimleri ve yatırımcılar artık “anlık veri” ile değil, “temel yön değişimi” üzerinden pozisyon alıyor. Gerek Fed’in yaklaşımı gerekse piyasanın pozisyonlanması, önümüzdeki aylarda faizlerin düşeceğine ve ekonomik dinamiklerin yeniden şekilleneceğine işaret ediyor. Bu hafta yaşanacak gelişmeler, yılın geri kalanında yönümüzü belirleyecek yol ayrımının tam ortasında olabilir.