Günümüzde dijitalleşmenin baş döndürücü hızla ilerlemesi, bilgiye ulaşmayı kolaylaştırdığı kadar yanlış bilginin yayılmasını da olağan hale getirdi. Sosyal medya platformları, çevrimiçi haber kaynakları ve dijital iletişim ağları, kamuoyunu bilgilendirme işlevini yerine getirirken aynı zamanda dezenformasyonun da en güçlü taşıyıcıları haline geldi. Küresel ölçekte bakıldığında, dezenformasyon artık yalnızca toplumsal huzuru tehdit eden bir olgu değil; doğrudan ekonomileri etkileyen, finansal sistemleri sarsabilen ve yatırım kararlarını manipüle edebilen bir risk faktörü olarak öne çıkıyor.
Dezenformasyon, kasıtlı olarak yanlış ya da yanıltıcı bilgi üretimi ve yayılması olarak tanımlanır. Bu bilgi kirliliği, bireylerin ve kurumların rasyonel karar alma süreçlerini zayıflatırken, piyasalarda spekülatif hareketlere ve kriz dalgalarına yol açabilir. Özellikle ekonomik istikrarın büyük ölçüde güvene dayalı olduğu günümüzde, toplumların güven duygusunu hedef alan dezenformasyon saldırıları, sadece bireylerin değil, devletlerin ve şirketlerin de ekonomik davranışlarını doğrudan etkileyebilmektedir.
Son yıllarda çeşitli ülkelerde görülen dezenformasyon odaklı dijital saldırılar, döviz kurlarından borsalara, faiz politikalarından tüketici harcamalarına kadar birçok ekonomik göstergede dalgalanmalara neden olmuştur. Örneğin sosyal medyada yayılan sahte bir haber, bir bankanın iflas edeceği söylentisini doğurabiliyor ve bu durum binlerce kişinin panikle mevduatını çekmesine yol açabiliyor. Bu tür manipülasyonlar yalnızca finansal istikrarı tehdit etmekle kalmıyor; aynı zamanda ekonomik çöküş senaryolarını da tetikleyebiliyor.
Dezenformasyonun ekonomi üzerindeki etkisi sadece anlık krizlerle sınırlı değil. Uzun vadede, güvenin erozyona uğraması, yabancı yatırımcıların çekilmesine, piyasa oynaklığının artmasına ve finansal sistemlerin şeffaflık ilkesinden uzaklaşmasına neden olabilir. Güven eksikliği, sermaye akışlarını yavaşlatır, büyüme beklentilerini düşürür ve iş dünyasının öngörülebilirlik zeminini sarsar. Bunun sonucu olarak işsizlik artar, kamu borçlanma maliyetleri yükselir ve gelir dağılımı bozulur.
Öte yandan, seçim süreçlerinde ortaya çıkan dezenformasyon kampanyaları da ekonomi politikalarını doğrudan etkileme potansiyeline sahiptir. Manipüle edilen kamuoyu, ekonomik gerçeklikten kopuk tercihlerde bulunabilir ve bu durum, makroekonomik politikaların popülizm uğruna istismar edilmesine yol açabilir. Böyle bir ortamda mali disiplin zayıflar, enflasyonist baskılar artar ve ülke risk primleri yükselir.
Tüm bu nedenlerle, dezenformasyonun küresel ölçekte bir ekonomik tehdit unsuru olarak ele alınması kaçınılmazdır. Dünya Ekonomik Forumu gibi küresel kurumlar tarafından “en büyük risklerden biri” olarak tanımlanması da bu durumu teyit eder niteliktedir. Artık ekonomik güvenlik, sadece finansal göstergelerin istikrarıyla değil; aynı zamanda bilgi ekosisteminin doğruluğu ve sağlıklı işleyişiyle de doğrudan bağlantılıdır.
Bu noktada, devletlerin, uluslararası kuruluşların ve özel sektörün ortak bir bilinç geliştirmesi, dijital okuryazarlığın artırılması ve dezenformasyona karşı etkili hukuki ve teknolojik önlemlerin hayata geçirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bilgi çağında yaşanan bu yeni savaş biçimiyle başa çıkmak için yalnızca algoritmalara değil, aynı zamanda bilinçli bireylere ve güçlü kurumsal yapıya da ihtiyaç vardır.
Ekonomileri tehdit eden bu görünmez, ama etkisi derin olan risk karşısında pasif kalmak, sadece bugünü değil, geleceğin ekonomik sürdürülebilirliğini de riske atmak anlamına gelir. Dezenformasyona karşı topyekûn bir mücadele, ekonomik istikrarın da en önemli güvencelerinden biri olacaktır.










