Son yıllarda dünya, birbiriyle bağlantılı iki dev sorunla sarsılıyor: Ekonomik aksaklıklar ve gelir eşitsizliği. Pandemi, savaşlar, iklim krizi ve teknolojik dönüşüm gibi dinamikler, ekonomik sistemleri altüst ederken, toplumların kırılganlığını da gözler önüne serdi. Ancak bu sarsıntıların en ağır bedelini, her zamanki gibi, “gelir piramidinin” en alt basamaklarındakiler ödüyor. Peki, bu kısır döngüyü nasıl kırabiliriz?
Ekonomik Dalgalanmaların Yeni Yüzü
Ekonomik istikrarsızlık denince akla artık yalnızca borsa çöküşleri veya enflasyon gelmiyor. Teknolojinin hızı, küresel tedarik zincirlerinin kırılganlığı ve iklim kaynaklı afetler, ekonomiyi tahmin edilemez bir zemine çekti. Örneğin, yapay zekâ ve otomasyon, üretimi hızlandırırken, vasıfsız iş gücünü hızla dışlıyor. Dünya Bankası verilerine göre, 2030’a kadar 85 milyon kişi işsiz kalabilir. Pandemi ise dijitalleşebilenlerle fiziksel emeğe bağımlı kesimler arasındaki uçurumu derinleştirdi: Evden çalışan beyaz yakalılar kâr ederken, gıda tedarikçileri veya sağlık çalışanları risk altında kaldı.
Gelir eşitsizliği ise bu süreçte adeta kangrenleşiyor. Oxfam’ın 2023 raporuna göre, dünya nüfusunun en zengin %1’i, son iki yılda küresel servetin üçte ikisini ele geçirdi. Türkiye’de ise TÜİK verileri, en zengin %20’lik kesimin gelirden aldığı payın, en yoksul %20’den 8 kat fazla olduğunu gösteriyor.
Eşitsizlik Neden Tehlikeli?
Gelir adaletsizliği yalnızca “ahlaki” bir sorun değil, ekonomik istikrarı tehdit eden bir dinamik. İngiltere Merkez Bankası’nın araştırmasına göre, gelir dağılımı bozuk ülkelerde finansal kriz riski %40 daha yüksek. Zira tüketim, dar bir kesimin elinde sıkışıyor; ekonomi iç talepten beslenemiyor. Ayrıca sosyal huzursuzluklar, göç dalgaları ve siyasi kutuplaşma, eşitsizliğin kaçınılmaz sonuçları. Şili’de 2019’da metro zamlarıyla tetiklenen ayaklanmalar veya ABD’de “Black Lives Matter” protestoları, ekonomik adaletsizliğin toplumsal patlamalara nasıl zemin hazırladığının kanıtı.
Çözüm: Yapısal Reformlar ve Küresel İş Birliği
- Vergi Adaleti: Çok uluslu şirketlerin ve yüksek gelirlilerin vergi kaçakçılığını önlemek için küresel vergi anlaşmaları şart. OECD’nin 2021’de hayata geçirdiği “Küresel Asgari Kurumlar Vergisi” bu yönde umut verici, ancak kapsamı genişletilmeli.
- Eğitim ve Yeniden Beceri Kazanımı: Otomasyonun yok ettiği işlerin yerine, yeşil enerji veya dijital pazarlama gibi alanlarda eğitim programları hayati. Türkiye’de MEB ve STK’ların “Hayat Boyu Öğrenme” projeleri, bu anlamda kritik rol üstlenebilir.
- Sosyal Güvenlik Ağları: İsveç ve Danimarka gibi ülkelerin “flexicurity” (esneklik + güvence) modeli, işsizlikle mücadelede örnek alınabilir. Türkiye’de ise SGK prim desteği ve şartlı nakit transferleri yaygınlaştırılmalı.
- Yerel Üretim ve Kooperatifler: Gelir dağılımını iyileştirmek için KOBİ’ler ve kooperatifler desteklenmeli. Örneğin, İzmir’de tarım kooperatifleri, küçük üreticilerin pazara erişimini kolaylaştırdı.
Son Söz: İnsanı Merkeze Alan Bir Ekonomi
Ekonomi, insanlığın refahı için bir araç olmaktan çıkıp, amaç haline geldiği sürece bu krizler derinleşecek. Oysa teknoloji ve küreselleşme, eşitsizliği azaltmak için de birer fırsat. Yeter ki politika yapıcılar, kısa vadeli kâr yerine insan onurunu önceleyen adımlar atsın. Unutmayalım: Bir toplumun gücü, en zayıf halkasının dayanıklılığıyla ölçülür.
Bu yazı, ekonomik sistemlerin insani boyutunu hatırlatmayı ve çözüm odaklı bir tartışma başlatmayı amaçlamaktadır.