Ekonomide Parçalanan Kamusal Güven

Kamusal güven, bir ülkenin ekonomik ve sosyal istikrarının temel taşlarından biridir. Bu güven; vatandaşların devlete, kurumlara ve alınan politikalara duyduğu inançla şekillenir. Ancak Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ekonomik göstergelerdeki dengesizlik, bu güveni ciddi şekilde sarsabilir. Enflasyonun kontrolsüz artışı, faiz politikalarındaki belirsizlik ve ücretlerin yaşam maliyetine ayak uyduramaması, geniş kitlelerde geleceğe dair kaygıları derinleştirir. Son yıllarda Türkiye ekonomisinde yaşanan gelişmeler, halkın ekonomi yönetimine olan güvenini aşındırmış ve toplumsal huzursuzluğu körüklemiştir.

Enflasyonun, halkın alım gücünü doğrudan hedef alan bir ekonomik tehdit haline gelmesi, kamusal güvenin zedelenmesindeki en büyük etkenlerden biri olarak öne çıkmaktadır. Resmi enflasyon verileri ile vatandaşın günlük yaşantısında hissettiği gerçek enflasyon arasındaki büyük fark, toplumsal algının bozulmasına neden olmaktadır. Vatandaş market raflarında fiyatların haftalık olarak değiştiğine şahit olurken, açıklanan yıllık enflasyon oranları bu durumu yansıtmadığında, kamuoyunda ciddi bir güvensizlik oluşmaktadır. Bu durum, sadece istatistik kurumlarına olan güveni değil, ekonomi yönetiminin şeffaflığına olan inancı da sorgulatır hale gelmiştir.

Faiz politikaları ise ekonomik güvenin diğer önemli bir ayağını oluşturur. Son yıllarda yaşanan ani faiz indirimleri ve ardından gelen keskin artışlar, yatırımcıların ve tasarruf sahiplerinin yön tayin etmesini zorlaştırmıştır. Ekonomik kararların rasyonel temellerden uzaklaştığı yönündeki algı, piyasalarda oynaklığı artırmakta ve vatandaşların tasarruf yapma iştahını azaltmaktadır. Faizlerin düşük tutulmasıyla krediler cazip hale getirilmiş olsa da, enflasyonun bu kadar yüksek seyrettiği bir ortamda düşük faizli kredi kullanımı bile orta vadede zarar doğurmakta ve ekonomik davranışlar üzerindeki belirsizliği artırmaktadır.

Ücretler konusundaki sıkıntı ise toplumun en geniş kesimini doğrudan etkileyen bir başka önemli kriz başlığıdır. Asgari ücretin yılda birden fazla kez güncellenmesi artık bir zorunluluk haline gelmiş olsa da, yapılan zamlar çoğu zaman birkaç ay içinde erimektedir. Enflasyonun ücret artışlarını çok hızlı bir şekilde geride bırakması, özellikle sabit gelirli kesimler üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır. Çalışanlar, emeklerinin karşılığını alamadıkları duygusuna kapıldıkça; üretkenlik azalmakta, toplumsal aidiyet duygusu zayıflamakta ve sosyal gerginlikler artmaktadır.

Bu üç temel ekonomik göstergedeki bozulma, kamusal güvenin çöküşünü hızlandırmakta, devlet ile vatandaş arasındaki bağın gevşemesine yol açmaktadır. İnsanlar gelecek planlarını yapamaz hale gelirken, yatırım ve tüketim kararlarında sürekli bir tereddüt yaşamaktadır. Devletin ekonomik politikalarının öngörülebilir ve tutarlı olması gerektiği gerçeği, bu dönemde bir kez daha kendini göstermiştir. Şeffaflık, hesap verebilirlik ve liyakat gibi ilkelerin ekonomi yönetiminde daha görünür hale gelmesi, yeniden güven inşası için elzemdir.

Güven bir kez sarsıldığında, onu onarmak zaman ve kararlılık ister. Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu bu güven krizinden çıkışı, yalnızca ekonomik göstergelerin düzeltilmesiyle değil, aynı zamanda toplumun her kesiminin karar alma süreçlerine olan inancının yeniden tesis edilmesiyle mümkün olacaktır. Aksi halde, geçici iyileşmeler uzun vadeli çözümler üretemez ve toplumdaki ekonomik kırılganlık daha da derinleşir.