Donald Trump Ne Yapmaya Çalışıyor?

Donald Trump siyasete adım attığı günden bu yana yalnızca ABD’nin değil, dünyanın siyasi ve ekonomik dengelerini altüst eden bir figür oldu. O, aslında dengesiz değil; aksine gayet bilinçli şekilde öngörülemez bir lider. Çünkü öngörülebilir bir poker oyuncusu asla kazanamaz. Trump’ın iş hayatındaki stratejisi de siyasi hayatında aynen sürdü: rakibini şaşırt, pazarlığı yüksekten aç, taviz kopar. Bugün “Grönland’ı almak istiyoruz”, “Kanada 51. eyaletimiz olsun” veya “Gazze’yi tatil köyü yapacağız” gibi cümleler belki diplomasi geleneğiyle bağdaşmaz ama Trump için etkili bir pazarlık yöntemi.

Trump, popülizmi ustalıkla kullanan, halkın sisteme duyduğu memnuniyetsizliği basit, doğrudan, hatta kışkırtıcı dille dile getiren bir lider. Kendine güveni ve “kazanan” imajı seçmen tabanında ciddi karşılık buldu. Geleneksel siyasetin dışında durarak, “sistem karşıtı” kimliğini öne çıkardı. Ayrımcı, sert, kaba söylemleri, kadınlara ve göçmenlere yönelik sert çıkışları bile bir yandan toplumun belli kesimlerinde karşılık buldu. Çünkü Trump seçmenine doğrudan konuştu; karmaşık akademik cümlelere değil, basit sloganlara yaslandı.

Ancak Trump’ın dünyayı esas etkileyen boyutu ekonomi oldu. “Önce Amerika” sloganı basit görünse de köklü bir paradigma değişikliğine işaret ediyordu. Trump uluslararası anlaşmaları gözden geçirdi, ticaret savaşları başlattı, tarifeleri yükseltti. Böylece küreselleşmenin onlarca yılda kurduğu dengeleri sarstı. En temel amacı ithalatı pahalı hale getirerek Amerikan üretimini korumak, ticaret açığını kapatmaktı. Bu kulağa makul gelebilir; ancak dünya birbirine sıkı sıkıya bağlı tedarik zincirlerinden oluşuyor. Tarife savaşlarının küresel ekonomide talebi azaltması, büyümeyi yavaşlatması kaçınılmaz. Daha az ticaret, daha az üretim, daha az iş demek.

Trump’ın göçmen karşıtı politikaları da işgücü arzını daraltarak bir yandan ücretleri artırırken diğer yandan uzun vadede üretkenlik üzerinde baskı oluşturuyor. Göçmenlerin çoğu ABD’de düşük ücretli, zorlu işlerde çalışarak ekonomiyi ayakta tutuyor. Trump, bunun yerine “Amerikan işi Amerikalıya” demeyi tercih etti.

Tüm bunlar küresel ölçekte domino etkisi yarattı. Jeopolitik riskler arttı, ticaret hacmi daraldı. Şirketler yeni pazarlara girmekten çekinir hale geldi. Bu tablo özellikle emtia piyasalarında net biçimde hissedildi. Altın, güvenli liman olma özelliğiyle jeopolitik belirsizliklerin birincil kazananı oldu. ABD Merkez Bankası’nın (Fed) potansiyel faiz indirimleri de altını destekledi. Böylece 2025 için ons fiyatında 4 bin dolar gibi yüksek seviyeler konuşulur hale geldi. Ancak Trump’ın ani politika değişiklikleri, sürpriz barış hamleleri bu yükselişi zaman zaman sınırlayabilir.

Gümüş tarafında ise daha ilginç bir tablo var. Elektrikli araçlar, güneş panelleri gibi alanlarda artan kullanım, gümüşü yatırım aracının ötesine taşıdı. Endüstriyel talebin büyümesi, 2025’te ons fiyatının 40 dolara kadar çıkabileceği beklentisini doğurdu. Yine de küresel ekonomide bir yavaşlama riski bu yükselişi törpüleyebilir.

Petrol fiyatları da Trump’ın dünyasında dalgalanmanın merkezi. Büyümenin yavaşlaması petrol talebini azaltarak fiyatları baskılıyor. Ancak Ortadoğu’da artan tansiyon, olası İran operasyonları fiyatları hızla yukarı çekebilir. Dünya Bankası daha önce Brent petrol için 60-75 dolar bandını öngörürken, son İran gerilimiyle birlikte varil başına 120 dolar konuşulmaya başlandı.

Dahası, ticaret savaşlarının iki yönlü bir etkisi var: Talep tarafında daralma olurken, arz tarafında tedarik zinciri aksaklıkları yaşanıyor. Çin’in nadir element ihracatına sınırlamalar getireceğini açıklaması bunun somut örneği. Bu da hem fiyat oynaklığını artırıyor hem küresel stagflasyon riskini doğuruyor: yani hem durgunluk hem yüksek fiyatlar.

Tüm bu tablo, aslında eski bir oyunun yeni versiyonu. Trump, tarihin en eski numarası olan gümrük tarifeleriyle ülkesine avantaj sağlamaya çalışıyor. Bu politikanın dünya ticaret düzeni için adeta karşı devrim niteliğinde olduğunu söylemek abartı olmaz. Zira küreselleşme uzun süre “tek üretim hattı, ortak pazar” mantığıyla işletilmişti. Şimdi birdenbire “herkes kendi başının çaresine baksın” söylemi ağırlık kazanıyor.

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler içinse bu süreç fırsat kadar tehdit de barındırıyor. Küresel ticaretteki zikzaklar, firmalar için eski iş planlarının artık geçerli olmayacağı anlamına geliyor. Üretim ve ihracat stratejilerini bu yeni döneme uyarlamak, yönetsel kaliteyi yükseltmek ve esnek tedarik zincirleri kurmak hayati önem taşıyor. Çünkü dünya sahnesinde Trump gibi liderlerin öngörülemezliği, her an yeni bir kriz veya uzlaşma dalgası doğurabilir.

Sonuçta Trump’ın dünyası popülizmin, milliyetçiliğin, ticari rekabetin ve belirsizliklerin iç içe geçtiği bir dünya. Bu dünya kimileri için büyük riskler barındırıyor; kimileri için ise iyi hazırlanmışlarsa yeni fırsatlar sunuyor. Öyle ya, poker masasında kazanan her zaman en iyi eli olan değil; masadaki herkesin nasıl oynayacağını en iyi okuyan olur. Trump işte bunu bildiği için öngörülemezliği strateji olarak kullanıyor. Bizlerin yapması gereken ise masadaki kuralların her an değişebileceğini unutmadan oynamak. Ve belki de en önemlisi, kartları sadece başkalarının dağıtmasına izin vermemek.