Orta Doğu, tarih boyunca yalnızca jeopolitik çatışmaların değil, aynı zamanda küresel ekonomik ve finansal dengelerin de merkezinde yer almıştır. Bölge, Roma’dan Osmanlı’ya, Perslerden Britanya İmparatorluğu’na kadar birçok büyük gücün doğrudan ya da dolaylı olarak müdahil olduğu stratejik bir alan olmuştur. Bugün de benzer şekilde, bu coğrafya yalnızca enerji kaynaklarıyla değil, aynı zamanda finansal ağlar, ticaret yolları ve yatırım riskleri açısından büyük güç rekabetinin tam ortasında yer almaktadır.
Tarihten gelen bu yoğun siyasi ve kültürel miras, Orta Doğu’yu basit bir enerji tedarikçisi olmaktan çıkarıp çok katmanlı bir ekonomik sistemin içine yerleştirir. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu’nun uzun süre denetiminde kalan Levant, bugün enerji ve finans piyasalarını doğrudan etkileyen gelişmelerin yaşandığı bir alandır. Sykes-Picot Anlaşması ile parçalanan yapılar, modern finansal kırılganlıkların temelini oluşturmuştur. Üstelik bu parçalanma, sadece sınırları değil; doğal kaynakların kontrolünü, bölgesel boru hattı güzergâhlarını ve altyapı yatırımlarını da doğrudan etkilemiştir.
ABD, Çin, Rusya ve AB gibi küresel aktörler açısından Orta Doğu, artık yalnızca enerji kaynaklarının bulunduğu bir alan değil; aynı zamanda sermaye ihracının yapıldığı, altyapı yatırımlarının rekabet ettiği, teknoloji transferinin jeopolitik çıkarlarla örtüştüğü bir ekonomik platforma dönüşmüştür. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında Körfez ülkelerine yönelen altyapı yatırımları, bu dönüşümün en somut örneklerindendir. Öte yandan, ABD’nin dolar bazlı enerji piyasasındaki hâkimiyeti, hem bölgedeki merkez bankalarının rezerv politikalarını hem de bölgesel yatırımcıların portföy tercihlerine yön vermektedir.
Finansal piyasalar açısından bakıldığında, Orta Doğu’daki her kriz ya da istikrar arayışı, küresel piyasalarda dalga etkisi yaratmaktadır. Petrol fiyatlarındaki ani sıçramalar ya da düşüşler, sadece bölge ekonomilerini değil, enerji ithalatçısı ülkelerin bütçe dengelerini ve enflasyon hedeflerini doğrudan etkiler. Ayrıca bölgedeki fonların küresel varlık dağılımı üzerindeki etkisi de göz ardı edilemez. Katar, Suudi Arabistan ve BAE gibi ülkelerin kurduğu devlet varlık fonları (sovereign wealth funds), Batı borsalarında ciddi yatırım hacmine ulaşarak sadece ekonomik değil, stratejik güç projeksiyonu da gerçekleştirmektedir.
Bununla birlikte, finansal sistemin derinliği ve istikrarı konusunda Orta Doğu hâlâ kırılganlık taşımaktadır. Siyasi istikrarsızlık, yolsuzluk, şeffaflık eksikliği ve sermaye hareketlerine getirilen kısıtlamalar, dış yatırımcılar açısından ciddi risk unsurları oluşturmaktadır. Aynı zamanda, dolarizasyon oranının yüksekliği ve faiz oranlarına karşı duyarlılık, bölge ülkelerinin para politikalarında dışa bağımlılığı artırmaktadır. ABD Merkez Bankası’nın faiz kararları, bölgedeki finansal akışların yönünü belirlemede hâlâ çok büyük etkiye sahiptir.
İmparatorluk mirası ise sadece sınırları ya da kültürel yapılaşmayı değil; ekonomik sistemin doğasını da etkilemiştir. Örneğin Osmanlı’dan kalma vakıf kültürü ya da merkeziyetçi vergi düzeni, birçok Orta Doğu ülkesinin bugünkü kamu maliyesi sistemlerine dolaylı yoldan etki etmiştir. Benzer şekilde, Britanya ve Fransa’nın sömürge döneminde kurduğu ticari çıkar ağları, halen bazı çok uluslu şirketlerin bölgedeki ekonomik etkinliğini sürdürmesini sağlamaktadır.
Sonuç olarak, Orta Doğu’nun ekonomik ve finansal yapısı, tarihsel derinlik ile güncel küresel rekabetin kesiştiği bir alandır. Enerji arz güvenliğinden yatırım akışlarına, merkez bankası politikalarından altyapı finansmanına kadar birçok başlıkta büyük güçlerin rekabeti bu coğrafyada şekil bulmaktadır. Geleceğe dönük projeksiyonlar yaparken, sadece jeopolitik riskleri değil, bu risklerin finansal sistem üzerindeki yansımalarını da doğru okumak gerekmektedir. Orta Doğu, bir savaş alanı olduğu kadar, aynı zamanda küresel ekonomik oyunun da en kritik sahnesidir.










