ABD Borsaları mı, Borsa İstanbul mu, Yoksa Altınla Dengeli Bir Portföy mü?
2026’ya yaklaşırken yatırımcının kafasındaki temel soru giderek netleşiyor: Küresel piyasalarda hâlâ cazibesini koruyan ABD borsaları mı, potansiyeli yüksek ama riskleri olan Borsa İstanbul mu, yoksa tüm bu belirsizlikler içinde altınla dengelenmiş bir portföy mü? Aslında bu soru tek bir doğru cevaptan çok, dönemin ruhunu doğru okumayı gerektiriyor.
ABD tarafında piyasalara yön veren ana başlık, para politikasındaki olası değişim. Financial Times’ta da gündeme gelen, Hasent’in ABD Merkez Bankası başkanlığına aday gösterilmesi ihtimali, şimdiden tahvil piyasalarında ciddi tartışmalar yaratmış durumda. Tahvil yatırımcılarının en büyük endişesi, böyle bir senaryoda faizlerin beklenenden daha hızlı düşebileceği. Faizlerin sert bir şekilde gerilemesi, kısa vadede hisselere güçlü bir likidite desteği sağlayabilir. Bu durum ABD borsalarında yeni zirveleri mümkün kılarken, aynı zamanda bazı varlıklarda balon riskini de beraberinde getirebilir.
Likiditenin bollaştığı dönemler, genellikle ABD varlıklarıyla sınırlı kalmaz. Risk iştahının artması, gelişmekte olan ülkelere doğru sermaye akışını da hızlandırır. Türkiye gibi görece yüksek getiri potansiyeli sunan piyasalar, bu tür küresel para döngülerinden tarihsel olarak olumlu etkilenmiştir. Bu açıdan bakıldığında, ABD’de faizlerin hızlı düşmesi ihtimali, Borsa İstanbul için de dolaylı ama güçlü bir destek anlamına gelebilir.
ABD borsalarında bugün gelinen noktada getiri marjlarının geçmiş yıllara kıyasla daraldığını kabul etmek gerekiyor. Büyük teknoloji şirketleri başta olmak üzere birçok hisse, zaten önemli bir beklentiyi fiyatlamış durumda. Buna rağmen, faiz indirimi ve likidite artışı senaryosu, yükselişin tamamen bittiği anlamına gelmiyor. Ancak bundan sonraki kazançların daha seçici, daha dalgalı ve daha riskli olacağı bir döneme girildiği de göz ardı edilmemeli.
Türkiye cephesinde ise hikâye biraz daha farklı ve belki de daha asimetrik bir potansiyel barındırıyor. Hasent’in göreve gelme ihtimali ve Fed’de Mayıs ayında beklenen değişim sonrası küresel finansal koşulların yumuşaması, Borsa İstanbul’da uzun süredir beklenen yabancı ilgisini yeniden canlandırabilir. Yüksek faiz ortamında baskılanmış çarpanlar, faiz indirimi beklentisiyle birlikte daha hızlı tepki verebilir. Bu da Türkiye piyasalarını, göreceli olarak daha “gecikmiş” bir yükseliş adayı hâline getiriyor.
Ancak bu potansiyelin yanında risklerin de hâlâ masada olduğu unutulmamalı. Küresel ölçekte hızlı faiz düşüşleri her zaman sağlıklı sonuçlar doğurmaz. ABD’de oluşabilecek balonlar, ilerleyen dönemde sert düzeltmelere yol açabilir. Bu tür düzeltmeler, gelişmekte olan piyasalara giren paranın aynı hızla çıkmasına da neden olabilir. İşte tam bu noktada altının rolü yeniden önem kazanıyor.
Altın, böyle geçiş dönemlerinde sadece bir getiri aracı değil, aynı zamanda bir denge unsurudur. Faizlerin düşmesi, reel getirilerin zayıflaması ve jeopolitik risklerin masadan kalkmaması, altını portföylerde vazgeçilmez kılmaya devam ediyor. Altın, ne ABD borsaları gibi agresif bir büyüme vaadi sunar ne de Borsa İstanbul gibi yüksek volatilite barındırır; ama belirsizlik dönemlerinde portföyün sigortası olma görevini başarıyla yerine getirir.
Bu nedenle 2026’ya giderken “ya o, ya bu” ikileminden çok “ne kadar” sorusu daha anlamlı görünüyor. ABD borsaları istikrar ve likidite, Borsa İstanbul potansiyel ve çarpan avantajı, altın ise denge ve koruma sunuyor. Hepsini aynı sepete koymak değil ama hepsinden belirli oranlarda faydalanmak, önümüzdeki yılın ruhuna daha uygun bir strateji olabilir.










