Piyasalar yükselirken portföyler fark edilmeden daha riskli hâle gelir. Çünkü kazanç duygusu insanı gevşetir. Yüzdeler büyür, dalgalanmalar önemsizleşir, “nasıl olsa gidiyor” düşüncesi sessizce yerleşir. Oysa veriler açık: Uzun yükseliş dönemlerinden sonra portföylerin risk profili çoğu yatırımcının fark ettiğinden çok daha agresif bir noktaya kayar. Düşüş başladığında ise bu kez tam tersi yaşanır; portföy gereğinden fazla savunmacı hâle gelir. Riskten kaçış, tam da riskin fiyatlandığı anda ortaya çıkar.
Bu döngüyü kıran en basit ama en etkili araç, belirli aralıklarla yapılan yeniden dengelemedir. Yeniden dengeleme bir getiri maksimizasyonu hamlesi değildir; bir davranış kontrol mekanizmasıdır. Yükselen varlıklardan küçük satışlar yapmak ve geride kalanlara pay eklemek, yatırımcıyı duygusal karar vermekten uzaklaştırır. Planın bozulmasını engeller. Çünkü portföyün kontrolü piyasada değil, yatırımcının elinde kalır.
Yatırımcıların en sık düştüğü hatalardan biri, tek bir pozisyona aşırı odaklanmaktır. Bir hisse kötü gittiğinde, tüm portföy kötü gidiyormuş gibi hissedilir. Oysa portföy bir bütündür; tek bir parça, tüm resmi temsil etmez. Bu algı hatası, yatırımcının objektifliğini bozar. Aslında dengeli bir portföy, tek bir varlığın performansına mahkûm olmamak için vardır.
Ama risk sadece kötü giden pozisyonlarda değildir. Uzun süre kazandıran, portföyde giderek büyüyen pozisyonlar da sessiz bir risk taşır. İnsan kazandıran yatırıma duygusal bağ kurar. Bu bağ, rasyonel değerlendirmeyi zorlaştırır. “Beni bugüne kadar taşıdı” düşüncesi, risk yoğunlaşmasını görünmez kılar. Oysa veriler, portföy riskinin çoğu zaman en çok kazandıran varlıkta biriktiğini gösterir. Zamanında yapılan küçük satışlar, büyük problemleri önler. Bu satışlar bir vazgeçiş değil, risk yönetimidir.
Zarardaki pozisyonu satamamak da aynı psikolojinin farklı bir yüzüdür. “Belki döner” düşüncesiyle taşınan yatırımlar, çoğu zaman görünmeyen bir maliyet yaratır: fırsat maliyeti. Sermaye, daha verimli alanlara yönelme şansını kaybeder. Bu noktada sorulması gereken soru basittir ama rahatsız edicidir: “Bugün bu yatırım elimde olmasaydı, aynı fiyattan yeniden alır mıydım?” Cevap hayırsa, pozisyonun portföydeki yeri yeniden düşünülmelidir. Geçmiş maliyetler, geleceğin rehberi değildir.
Bütün bu iç dinamiklerin üzerine bir de sosyal etki eklenir. Arkadaş sohbetlerinde anlatılan kazançlar, sosyal medyada dolaşan başarı hikâyeleri, bir anda parlayan temalar… FOMO, yani kaçırma korkusu, modern yatırımcının en güçlü duygularından biridir. Ancak herkes aynı hayat evresinde değildir. Herkesin zaman ufku, geliri, sorumlulukları ve riske dayanma gücü farklıdır. Başkasının doğru kararı, senin için yanlış olabilir. Bu yüzden başkalarının kazancı değil, kendi planın yol gösterici olmalıdır.
Son dönemde yatırımcı davranışlarında dikkat çekici bir değişim var. Sadece kısa vadeli momentumun değil, uzun vadede hangi temaların kalıcı olacağı, riskin nasıl dağıtılacağı daha fazla konuşuluyor. Bu dönüşüm tesadüf değil. Artan oynaklık, yatırımcıyı daha bilinçli olmaya zorluyor. Çünkü artık mesele “en çok kazananı bulmak” değil; farklı senaryolarda ayakta kalabilen bir yapı kurmak.
Portföy yönetimi, tahmin oyunu değildir. Bir disiplin meselesidir. Ne zaman alacağını değil, ne zaman azaltacağını bilmek; kazancı değil, riski yönetmek; başkalarını değil, kendi planını takip etmek… Uzun vadede farkı yaratan tam olarak budur. Piyasalar her zaman değişir. Ama sağlam bir portföy, bu değişimlere rağmen dağılmayan bir denge üzerine kurulur.











