Enflasyon muhasebesi son dönemde piyasaların en çok tartıştığı başlıklardan biri haline gelmiş durumda. Bu tartışmanın temelinde ise uygulamanın şirket bilançoları üzerindeki farklı ve zaman zaman zıt etkileri yatıyor. Kimi şirketlerde kârlılığı daha görünür hale getirirken, kimilerinde ise kâğıt üzerinde olumsuz bir tablo yaratabiliyor. Ancak bu noktada enflasyon muhasebesini tek tek şirket sonuçları üzerinden değerlendirmek, meselenin özünü kaçırma riskini de beraberinde getiriyor.
Bu uygulama, şirket bazlı bir tercih değil; yüksek enflasyon ortamlarının doğal bir sonucu ve makro iktisadi bir gereklilik olarak ortaya çıkıyor. Enflasyonun olduğu bir ekonomide finansal tabloların nominal değerlerle sunulması, zaman içinde yanıltıcı sonuçlara yol açar. Özellikle duran varlıkları yüksek olan, uzun vadeli yatırımlarla büyüyen ya da stok ağırlıklı çalışan şirketlerde, tarihsel maliyetlerle hazırlanan bilançolar şirketin gerçek finansal durumunu yansıtmakta yetersiz kalır. Enflasyon muhasebesi tam da bu noktada devreye girer; bilanço kalemlerini bugünün alım gücüne göre yeniden ifade etmeyi amaçlar.
Uluslararası yatırımcıların bu konuya yaklaşımı da oldukça net. Yabancı yatırımcılar, uzun süredir yüksek enflasyon yaşayan ülkelerde şirket değerlemelerini zaten enflasyon muhasebesine göre yapıyor. Türkiye özelinde ise bu uygulamanın gecikmeli ve tartışmalı bir şekilde gündeme gelmesi, piyasa ile yatırımcı bakış açısı arasındaki farkı daha görünür hale getirdi. Global fonlar için önemli olan, kârlılığın tek bir çeyrek içinde nasıl değiştiğinden çok, şirketin reel olarak değer üretip üretmediği ve sermayesini enflasyon karşısında koruyup koruyamadığıdır.
Temettü konusu da enflasyon muhasebesinin kritik etkilerinden birini oluşturuyor. Borsada temettü dağıtmayı planlayan birçok şirket, kâr dağıtım senaryolarını enflasyon düzeltmesine göre oluşturuyor. Çünkü nominal olarak açıklanan bir kâr, enflasyon etkisi arındırılmadan dağıtıldığında, şirket sermayesinin reel olarak zayıflamasına neden olabilir. Bu nedenle özellikle kurumsal yapıya sahip, uzun vadeli yatırım planları olan ve yabancı ortaklığı bulunan şirketler açısından enflasyon muhasebesi bir tercih değil, zorunluluk haline geliyor.
Bununla birlikte, enflasyon muhasebesi etrafında oluşan belirsizlik ortamı piyasa tarafında ciddi bir kafa karışıklığı yaratmış durumda. Yıl sonuna yaklaşılırken hâlâ bu konunun nasıl ve ne ölçüde uygulanacağının tartışılıyor olması, piyasa algısı açısından olumsuz bir tablo oluşturuyor. Finansal piyasalarda belirsizlik, çoğu zaman olumsuz haberin kendisinden daha fazla risk üretir. Özellikle kısa vadeli bakış açısına sahip yatırımcılar için, rakamların bir anda değişebilme ihtimali fiyatlamaları zorlaştırıyor.
Reel sektör cephesinde ise tablo biraz daha farklı. Şirketler, son üç çeyrektir enflasyon muhasebesinin olası etkilerini öngörerek hesaplarını buna göre yapmaya çalışıyor. Yani uygulama, iş dünyası açısından sürpriz olmaktan çıkmış durumda. Sorun daha çok zamanlama ve iletişim tarafında yoğunlaşıyor. Net bir çerçeve çizilmeden yapılan tartışmalar, bilançoların kendisinden çok algının öne çıkmasına neden oluyor.
Sonuç olarak enflasyon muhasebesi, şirketleri iyi ya da kötü göstermek için kullanılan bir araç değil. Amaç, finansal tabloları daha sağlıklı ve karşılaştırılabilir hale getirmek. Kısa vadede bazı bilançolarda dalgalanmalara yol açması kaçınılmaz olsa da, uzun vadede sermaye piyasalarının güvenilirliği ve şeffaflığı açısından bu tür uygulamalar kritik bir rol oynar. Piyasa açısından esas mesele, uygulamanın olup olmamasından ziyade, ne kadar net ve öngörülebilir bir çerçevede hayata geçirileceğidir.










