Borsalar çoğu zaman ekonomik verilerin, bilanço sonuçlarının ve jeopolitik gelişmelerin yön verdiği rasyonel bir alan olarak görülmek ister. Ancak pratiğe bakıldığında bu idealize edilmiş tablo çoğu zaman gerçeği yansıtmaz. Çünkü piyasanın önemli bir bölümünü oluşturan küçük yatırımcı, kararlarını veriye değil duyguya dayalı olarak verir. Borsa tam da bu nedenle, matematiksel modellerle açıklanmaya çalışılsa bile, en kritik anlarda insan psikolojisinin yönlendirdiği irrasyonel bir zemine dönüşür.
Piyasa neden rasyonel değildir? Çünkü büyük oyuncuların dahi davranışlarını şekillendirirken gözettiği temel unsur, küçük yatırımcının sürü psikolojisidir. Küçük yatırımcı haber akışından, sosyal medya yorumlarından, anlık grafiklerden ve çevresinin düşüncelerinden çok daha hızlı etkilenir. Bunu çoğu zaman farkında bile olmadan yapar. Elindeki veri “satma” sinyali vermediği hâlde, okuduğu birkaç olumsuz yorum onu paniğe sürükleyebilir. Ya da veriler “yavaş ilerleyen bir yükseliş” gösterirken, sosyal medya onu “kaçırılmayacak fırsat” psikolojisine sokup gereğinden fazla risk aldırabilir. Bu, davranışsal ekonominin tam merkezinde yer alan bir ikilemdir: İnsan veriye değil hislerine göre hareket eder.
Öte yandan finans dünyasının vazgeçilmez teorilerinden biri olan “etkin piyasa hipotezi”, piyasada herkesin bildiği her şeyin zaten fiyatlara yansıdığını iddia eder. Yani fiyatlar şeffaftır, rasyoneldir, öngörülebilirdir. Bu teoriye göre kimse piyasayı uzun vadede yenemez; çünkü bilgi tüm oyuncuların elindedir ve herkes aynı resmi görür. Ancak işin pratiğinde herkes aynı resmi görse bile aynı şekilde yorumlamaz. İki yatırımcı aynı veriyi okur fakat biri panik olur, diğeri fırsat görür. Burada devreye yine insan psikolojisi ve davranışsal ekonomi girer.
Peki bu iki teori nasıl aynı anda doğru olabilir? Aslında borsa tüm paradokslarıyla birlikte her ikisiyle de uyumludur. Makro düzeyde piyasalar uzun vadede rasyonel davranır; fiyatlar ekonomik gerçeklerle uyumlanır. Ancak mikro düzeyde, özellikle trend kırılımlarında, dönüm noktalarında ve belirsizlik dönemlerinde piyasa irrasyonel davranır. Çünkü bu dönemlerde yatırımcılar duygusal hale gelir, belirsizlik artar ve “sürü psikolojisi” tetiklenir.
Son dönem verileri de bu tabloyu açıkça gösteriyor. Yatırımcıların alım-satım davranışları, endeks henüz güçlü görünürken bile tereddüt edildiğini gösteriyor. Birçok yatırımcı “yükselişin bittiğine” dair bir söylentiyi gerçek verilerden daha fazla önemseyebiliyor. Bu nedenle yükseliş dönemlerinde bile alımlar zayıf kalıyor, likidite dağınık ilerliyor ve trendin güçlenmesi gecikiyor. Yani piyasayı teknik veriler değil, yatırımcı psikolojisinin yarattığı fren mekanizması yavaşlatıyor.
Bu döngü aslında borsanın doğal işleyişidir. Yükselişler her zaman yatırımcıların güven kazanmasıyla başlar; çöküşler ise güven kaybıyla hızlanır. Ancak dikkat çekici olan şudur: Güven çoğu zaman verilerden değil, algılardan beslenir. Büyük oyuncuların fırsat kolladığı, küçük yatırımcının ise duygusal dalgalanmalar yaşadığı bu ortamda rasyonalite ancak uzun vadede kendini gösterebilir.
Bugünün piyasalarını anlamak için grafik okumak kadar yatırımcı psikolojisini de okumak gerekir. Çünkü piyasanın asıl motoru rakamlar değil, o rakamları yorumlayan insanlar ve onların beklentileridir. Veriler yönü gösterir ama yolu belirleyen duygulardır. Bu nedenle borsada yükselişi engelleyen çoğu şey aslında piyasanın dışındaki olaylar değil, yatırımcıların iç dünyasıdır. Borsayı anlamanın yolu, insanı anlamaktan geçer.











