2025 yılı teknoloji dünyası için bir dönüm noktası olarak anılırken, istihdam cephesinde aynı derecede parlak bir tablo sunmuyor. Yapay zekâ teknolojilerindeki baş döndürücü ilerleme, şirketlere hız, verimlilik ve maliyet avantajı sağlarken, on binlerce çalışan için belirsizlik ve işsizlik anlamına geliyor. Yıl bitmeden sadece ABD’de yaklaşık 55 bin kişinin doğrudan yapay zekâ gerekçesiyle işten çıkarılması, bu dönüşümün soyut bir gelecek senaryosu değil, bugünün somut gerçeği olduğunu ortaya koyuyor.
OpenAI, Google, Microsoft gibi teknoloji devlerinin milyarlarca dolarlık yatırımlarla geliştirdiği yapay zekâ modelleri, artık yalnızca destekleyici araçlar değil; birçok iş kolunda insan emeğinin yerine geçebilen sistemler haline geldi. Amazon ve Salesforce gibi şirketlerin binlerce çalışanla yollarını ayırırken yapay zekâyı açıkça gerekçe göstermesi, kurumsal stratejilerin yönünü net biçimde gösteriyor. Şirketler açısından bakıldığında bu adımlar rasyonel görünebilir: artan enflasyon, gümrük vergileri ve maliyet baskısı altında AI, kısa vadede en cazip tasarruf aracı olarak öne çıkıyor.
Ancak tabloya makro ölçekte bakıldığında ortaya çıkan manzara daha sarsıcı. 2025 genelinde toplam işten çıkarma sayısının 1,17 milyona ulaşması, bu yılı Kovid-19 pandemisinden bu yana en ağır istihdam şokunun yaşandığı dönemlerden biri haline getiriyor. Ekim ve Kasım aylarında yüz binleri aşan iş kayıpları, işten çıkarmaların geçici bir dalga değil, yapısal bir dönüşümün sonucu olduğunu düşündürüyor. Üstelik Kasım ayındaki 6 bin işten çıkarmanın doğrudan yapay zekâ kaynaklı olması, bu trendin hızlanarak devam edeceğine işaret ediyor.
Akademik çalışmalar da bu tabloyu destekliyor. MIT tarafından yayımlanan araştırmaya göre, yapay zekâ bugün itibarıyla ABD iş gücü piyasasındaki görevlerin yüzde 11,7’sini yerine getirebilecek kapasiteye ulaşmış durumda. Finans ve sağlık gibi yüksek katma değerli sektörlerde dahi, AI sayesinde 1,2 trilyon dolarlık maaş tasarrufu potansiyelinden söz ediliyor. Bu rakamlar, yalnızca mavi yakalı değil, beyaz yakalı çalışanların da ciddi bir risk altında olduğunu gösteriyor.
Elbette yapay zekâyı yalnızca bir tehdit olarak görmek eksik bir bakış olur. Tarih boyunca her büyük teknolojik sıçrama, bazı meslekleri ortadan kaldırırken yenilerini yaratmıştır. Ancak bu kez fark, dönüşümün olağanüstü bir hızla gerçekleşmesi. İş gücünün yeniden eğitilmesi, yeni yetkinliklerin kazandırılması ve sosyal politikaların bu değişime uyum sağlaması için gereken zaman ile teknolojinin ilerleme hızı arasında ciddi bir makas oluşmuş durumda. Bu da geçiş sürecini her zamankinden daha sancılı hale getiriyor.
Önümüzdeki dönemde asıl kritik soru şu olacak: Yapay zekâdan elde edilen verimlilik kazancı, toplumun geneline yayılabilecek mi, yoksa kazananlar ve kaybedenler arasındaki uçurum daha da mı derinleşecek? Şirketlerin kısa vadeli maliyet avantajları uğruna uzun vadeli sosyal riskleri göz ardı etmesi, ekonomik olduğu kadar politik ve toplumsal sonuçlar da doğurabilir. Bu nedenle yapay zekâ çağında mesele yalnızca teknolojik ilerleme değil; adil dönüşüm, nitelikli istihdam ve güçlü sosyal güvenlik ağları inşa edebilmek olacak.











