2025 yılı, altın için yalnızca bir yükseliş yılı değil, aynı zamanda finansal sistemdeki kırılganlıkların açık bir yansıması oldu. Yıl boyunca tarihi zirveleri aşan altın fiyatları, haftayı 4 bin 287 dolar seviyesinden kapatırken, yıl içindeki en yüksek seviye olan 4 bin 381 dolar ile yatırımcıların dikkatini bir kez daha bu kadim güvenli limana çevirdi. Bu tablo, artık altının “kriz dönemlerinde tercih edilen” bir araç olmanın ötesine geçerek, yapısal bir portföy bileşeni haline geldiğini gösteriyor.
Dünyanın önde gelen bankalarının 2026 tahminleri de bu görüşü destekler nitelikte. Wells Fargo’nun 4 bin 500–4 bin 700 dolar aralığına işaret etmesi, Deutsche Bank’ın 4 bin 450 dolarlık beklentisi ya da Goldman Sachs’ın 4 bin 900 dolar öngörüsü, fiyatların mevcut seviyelerin üzerinde kalıcı olabileceğine dair güçlü bir konsensüs oluşturuyor. Daha da dikkat çekici olan ise Bank of America ve JPMorgan’ın 5 bin dolar tahmini. Bu seviye, psikolojik bir eşik olmasının yanı sıra, altının küresel para sistemindeki rolünün yeniden tanımlandığı bir noktaya da işaret ediyor.
Bu beklentilerin arkasında yalnızca enflasyon endişeleri yok. Küresel borçluluk seviyeleri, jeopolitik riskler, merkez bankalarının rezerv tercihlerindeki değişim ve doların uzun vadeli gücüne dair artan soru işaretleri, altını stratejik bir varlık haline getiriyor. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin merkez bankalarının altın alımlarını sürdürmesi, fiyatlar üzerinde orta ve uzun vadede destekleyici bir unsur olarak öne çıkıyor. Altın artık sadece bireysel yatırımcının değil, devletlerin de bilanço sigortası konumunda.
Bir diğer önemli faktör ise finansal piyasalardaki oynaklık. Hisse senedi piyasaları yüksek değerlemelerle yoluna devam ederken, tahvil tarafında reel getirilerin sınırlı kalması, yatırımcıları yeniden “değer saklama” kavramına yöneltiyor. Bu ortamda altın, getiri üretmeyen bir varlık olmasına rağmen, belirsizliğe karşı sunduğu koruma ile öne çıkıyor. Bankaların 2026 tahminleri de, bu belirsizliğin kısa vadede ortadan kalkmayacağına dair ortak bir kanaati yansıtıyor.
Elbette bu seviyeler, altının artık daha sert dalgalanmalara açık olabileceğini de gösteriyor. 4 bin dolar üzerindeki fiyatlamalar, düzeltme risklerini tamamen ortadan kaldırmıyor. Ancak tabloya geniş perspektiften bakıldığında, olası geri çekilmelerin bile uzun vadeli trendi bozmak yerine alım fırsatı olarak değerlendirilebileceği bir döneme girildiği söylenebilir. Altın, spekülatif bir yükselişten ziyade, küresel sistemdeki yapısal dönüşümün doğal sonucu olarak değer kazanıyor.
Sonuç olarak 2026’ya giderken altın, yalnızca “güvenli liman” değil, aynı zamanda para politikalarına, jeopolitiğe ve küresel risk algısına karşı güçlü bir denge unsuru olarak konumlanıyor. Büyük bankaların 4 bin 500–5 bin dolar bandında yoğunlaşan tahminleri, altının değerli metaller arasındaki cazibesini korumakla kalmayıp, yeni bir normal oluşturabileceğini de gösteriyor. Bu da altını, önümüzdeki dönemde portföylerde daha uzun süreli ve daha stratejik bir yerde tutacak gibi görünüyor.










