Uluslararası doğrudan yatırım (UDY) verileri, Türkiye’nin küresel sermaye akımlarındaki konumunu anlamak açısından kritik önem taşıyor. YASED’in yayımladığı son bülten, 2025’in ilk 10 ayında 11,6 milyar dolarlık UDY girişine işaret ederek geçen yıla göre yüzde 35’lik güçlü bir artışı ortaya koydu. Bu performans, ilk bakışta Türkiye’nin yatırım çekme kapasitesinin toparlandığına işaret etse de, verilerin içinde hem önemli fırsatlar hem de dikkat edilmesi gereken kırılganlıklar bulunuyor.
Öncelikle, toplam UDY girişinin ekim ayında yalnızca 128 milyon dolar olması, yılın genel temposuyla belirgin bir uyumsuzluk yaratıyor. Bu durum, aylık bazda girişlerde ciddi dalgalanmaların sürdüğünü ve yatırımcı güveninin henüz istikrarlı bir zemine oturmadığını gösteriyor. Ekim ayında yatırım sermayesi girişleri 567 milyon dolar gibi olumlu bir rakam üretmesine rağmen, borçlanma araçlarındaki 73 milyon dolarlık çıkış ve özellikle 606 milyon dolarlık tasfiye etkisi, toplam giriş rakamını ciddi biçimde aşağı çekti. Bu, Türkiye’nin hâlâ kısa vadeli oynaklıklara açık bir yatırım ortamına sahip olduğunu doğruluyor.
Sektörel dağılım, Türkiye ekonomisinin dönüşüm dinamikleri açısından son derece çarpıcı sinyaller barındırıyor. Ekim ayında taşıma ve depolama sektörünün 199 milyon dolarla öne çıkması, küresel tedarik zinciri yeniden yapılanmalarından Türkiye’nin pay aldığını düşündürüyor. Bu eğilim, Türkiye’nin coğrafi konumu ve lojistik avantajlarının uluslararası sermaye tarafından yeniden fiyatlandığının bir göstergesi. Öte yandan yılın genelinde toptan ve perakende ticaretin 2,8 milyar dolarla lider konumda bulunması, yatırımların hâlâ daha çok iç talep odaklı sektörlere yöneldiğini, yüksek katma değerli dönüşümün ise sınırlı hızda ilerlediğini gösteriyor. Gıda imalatı ile bilgi ve iletişim teknolojilerinin 1,2 milyar dolarlık eşit katkısıyla öne çıkması ise Türkiye’nin sürdürülebilir büyüme için önem taşıyan sanayi ve teknoloji alanlarında belli bir çekim gücü oluşturduğunu fakat bu ivmenin henüz yeterli ölçeğe ulaşmadığını ortaya koyuyor.
Verilerin en dikkat çekici yönlerinden biri, uluslararası yatırımcıların ülke bazlı dağılımı. 2025’in ilk 10 ayında en büyük yatırımcı Hollanda olurken (2,6 milyar dolar), Kazakistan ve Lüksemburg’un da 1,1 milyar dolarlık yatırımlarla Türkiye’nin en büyük üç yatırımcısı arasında yer alması, yatırım yapısının geleneksel Avrupa merkezli formattan daha çeşitlenmiş bir yapıya geçmekte olduğunu gösteriyor. Ancak ekim ayı özelinde Fransa’nın 198 milyon dolarla yüzde 35’lik payı alması ve AB ülkelerinin toplam girişlerin yüzde 82’sini oluşturması, Türkiye’nin uzun vadede hâlâ Avrupa sermayesine yüksek derecede bağımlı olduğunu ortaya koyuyor. Bu bağımlılık, hem avantaj hem de risk barındırıyor: Avrupa ekonomisindeki dalgalanmalar Türkiye’ye doğrudan yansıyor.
Eleştirel bir noktadan bakıldığında, Türkiye’nin 2003’ten bu yana toplam 285 milyar doların üzerinde UDY çekmiş olması önemli bir başarı göstergesi olsa da, yıllık bazda alınan yatırımların niteliği hâlâ asıl mesele. Yatırımların çoğu ticaret, perakende ve gayrimenkul gibi hızlı geri dönüş sağlayan sektörlerde toplanırken, teknoloji, yüksek katma değerli imalat ve AR-GE yatırımlarının daha sınırlı kalması, ülkenin uzun vadeli büyüme potansiyelini sınırlandırıyor. Ayrıca, büyük ölçekli tasfiyelerin ve dalgalı aylık girişlerin devam etmesi, uluslararası yatırımcıların Türkiye’ye yönelik risk değerlendirmesini henüz tam anlamıyla iyileştirmediğini gösteriyor.
Türkiye’nin yatırım çekme kapasitesinin sürdürülebilir biçimde artması, yalnızca rakamlardaki yükselişe değil, yatırım ikliminin öngörülebilirliğine, hukuki çerçevenin sağlamlığına, makroekonomik istikrarın kalıcılığına ve yüksek katma değerli sektörlerde rekabet gücünün artırılmasına bağlı. Bugünkü veriler bir toparlanma sinyali verse de, Türkiye’nin gerçek anlamda yatırımcılar için güvenli liman olabilmesi için reform gündemini kararlı biçimde sürdürmesi gerekiyor.











