Enflasyon Hesaplaması Değişiyor: TÜİK’in Yeni TÜFE Hamlesi Ne Anlama Geliyor?

TÜİK, 2026’da TÜFE’yi yeniliyor: baz yıl değişiyor, sepet genişliyor; oranlar değil, ölçümün çerçevesi dönüşüyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2026 itibarıyla enflasyon hesaplama sisteminde değişikliğe gideceğini açıklaması, teknik bir güncellemenin ötesinde, ekonomi tartışmalarının kalbine dokunan bir gelişme. “2003=100” baz yılından “2025=100” baz yılına geçiş ilk bakışta basit bir revizyon gibi görünse de, aslında hem enflasyonun ölçümüne hem de bu ölçümün toplumdaki algısına dair önemli mesajlar içeriyor.

Her şeyden önce şunun altını çizmek gerekiyor: Baz yıl değişimi, enflasyon oranlarını geçmişe dönük olarak değiştirmiyor. TÜİK’in de açık biçimde vurguladığı gibi aylık ve yıllık enflasyon oranları aynı kalacak. Yani 2023’te ya da 2024’te yüzde kaç enflasyon yaşandıysa, bu rakamlar geriye dönük olarak yeniden yazılmayacak. Değişen şey, endeksin seviyesi ve sepetin yapısı olacak. Ancak Türkiye’de enflasyonun yalnızca teknik bir veri değil, aynı zamanda siyasi, sosyal ve psikolojik bir gösterge olduğu düşünüldüğünde, bu tür değişikliklerin kamuoyunda yankı uyandırması kaçınılmaz.

Yeni sistemin en dikkat çekici yönlerinden biri, TÜFE ağırlık yapısının daha güçlü biçimde ulusal hesaplar verilerine dayandırılması. Hanehalkı tüketimini ölçerken yalnızca anketlere değil, ulusal hesaplar kapsamındaki nihai tüketim harcamalarına ağırlık verilmesi, teorik olarak daha geniş ve kapsayıcı bir çerçeve sunuyor. Özellikle Türkiye gibi kayıt dışılığın görece yüksek olduğu ekonomilerde, tek bir veri kaynağına bağlı kalmak her zaman ölçüm hatası riskini beraberinde getirir. Vergi, üretim ve satış istatistiklerinin devreye alınmasıyla kayıt dışı tüketimin daha görünür hale gelmesi, metodolojik açıdan olumlu bir adım olarak değerlendirilebilir.

Öte yandan, ana harcama gruplarının 13’e çıkarılması ve yeni kategorilerin eklenmesi, ekonomideki dönüşümün istatistiklere daha net yansıtılacağını gösteriyor. Dijital içeriklerin ayrı bir kategoriye kavuşması, sigorta ve finansal hizmetlerin müstakil bir harcama grubu olarak hesaplamaya dahil edilmesi, TÜFE’nin “günümüz tüketim kalıplarına” daha yakın bir yapıya evrildiğini ortaya koyuyor. Bugün haneler için Netflix aboneliği, mobil uygulama ücretleri ya da özel sağlık sigortası geçmişte olmadığı kadar önemli harcama kalemleri. Enflasyonu ölçerken bu alanları tali görmek, kaçınılmaz olarak temsil sorununa yol açıyordu.

Ancak işin bir de algı boyutu var. Türkiye’de TÜİK verileri uzun süredir yoğun bir güvensizlik tartışmasının odağında. “Enflasyon matematikle ölçülür ama pazarda hissedilir” cümlesi, neredeyse ortak bir duygu haline gelmiş durumda. Baz yılın güncellenmesi, sepetin yeniden düzenlenmesi ve özellikle “kayıt dışı tüketimin hesaplamalara dahil edileceği” vurgusu, bu tartışmaları tamamen bitirmeye yetmeyebilir. Burada belirleyici olan, yeni sistemin ne kadar şeffaf anlatılacağı ve kamuoyunun bu değişiklikleri ne ölçüde anlayabildiği olacak.

Avrupa Birliği uyumu da göz ardı edilmemesi gereken bir nokta. Ocak 2026’dan itibaren tüm AB üyesi ülkelerin “2025=100” baz yılına geçecek olması, Türkiye’nin bu adımı atmasını teknik olarak neredeyse kaçınılmaz hale getiriyor. Bu sayede uluslararası karşılaştırmalar daha sağlıklı yapılabilecek. Türkiye enflasyonunun Euro Bölgesi ya da AB ortalamasıyla mukayesesinde ortaya çıkan metodolojik farklar azalacak. Bu, özellikle yabancı yatırımcılar ve uluslararası kuruluşlar açısından önemli.

Mevsimsel düzeltilmiş TÜFE’nin ana veriyle aynı gün yayımlanacak olması da teknik ama değerli bir değişiklik. Böylece aylık enflasyon tartışmaları daha sağlıklı bir zeminde yapılabilecek. Sabit vergi oranlarıyla hesaplanan TÜFE göstergesinin devreye alınması ise dolaylı vergilerin fiyatlar üzerindeki etkisini ayrıştırmak açısından önemli bir tamamlayıcı araç sunuyor. KDV veya ÖTV artışlarıyla “gerçek fiyat artışları” arasındaki fark daha net görülür hale gelebilir.

Tüm bu değişiklikler, kağıt üzerinde bakıldığında, TÜİK’in daha modern, daha kapsamlı ve Avrupa standartlarıyla uyumlu bir enflasyon ölçüm sistemine geçtiğini gösteriyor. Ancak Türkiye’de enflasyon meselesi yalnızca istatistiksel doğrulukla sınırlı değil. Asıl sınav, bu yeni sistemin vatandaşın hissettiği enflasyonla ne ölçüde örtüştüğü olacak. Çünkü güven, rakamların teknik doğruluğundan çok, gündelik hayatla kurduğu bağdan besleniyor. Eğer yeni TÜFE yapısı bu bağı güçlendirebilirse, tartışmaların tonu da zamanla değişebilir.