Enflasyon düşünce alım gücünün artacağı düşüncesi, sezgisel olarak doğru gibi dursa da Türkiye’nin son yıllardaki deneyimi bu varsayımı doğrulamıyor. Çünkü enflasyonun düşmesi, fiyatların geri gelmesi değil; sadece artış hızının yavaşlaması anlamına geliyor. Türkiye gibi kronik yüksek enflasyon yaşayan ülkelerde asıl mesele, geçmişte biriken refah kaybının telafi edilip edilmediğidir.
TÜİK verileri, son yıllarda tüketici enflasyonunun çok yüksek seviyelere çıktığını, ardından baz etkisi ve sıkılaşma politikalarıyla artış hızının gerilediğini gösteriyor. Ancak aynı dönemde fiyat düzeyi kalıcı olarak yukarı taşındı. Gıda, kira, ulaşım ve enerji gibi zorunlu harcamalarda yaşanan sert artışlar, hane bütçesinin yapısını kalıcı biçimde bozdu. Bugün enflasyon oranı daha düşük açıklansa bile, marketteki etiketler ve kiralar hâlâ o yüksek seviyelerde duruyor.
Gelir tarafına bakıldığında tablo daha da netleşiyor. Asgari ücret ve ortalama ücretler nominal olarak artmış olsa da, reel artış çoğu dönemde sınırlı kaldı. TÜİK’in ücret endeksleri ile açıklanan reel ücret verileri, özellikle 2022–2024 döneminde çalışanların önemli bir kısmının enflasyon karşısında gelir kaybı yaşadığını ortaya koyuyor. Yani fiyatlar hızla yükselirken gelirler aynı hızda artmadı; bu fark, alım gücünde kalıcı bir hasar yarattı. Enflasyonun daha sonra düşmesi bu kaybı otomatik olarak silmiyor.
Burada kritik kavram “fiyat seviyesi” ile “enflasyon oranı” arasındaki farktır. Enflasyon oranı düşebilir ama fiyat seviyesi yüksek kalır. Alım gücünün artması için ya fiyatların gerilemesi (deflasyon) ya da gelirlerin fiyat seviyesinin üzerinde artması gerekir. Türkiye’de politika hedefi açık biçimde deflasyon değil; bu nedenle fiyatların eski seviyelerine dönmesi beklenmiyor. Geriye kalan tek yol, reel gelir artışıdır.
Ne var ki yüksek enflasyon dönemleri, sadece bugünü değil geleceği de ipotek altına alır. Tasarrufların erimesi, borçluluğun artması ve gelir dağılımının bozulması, enflasyon düştükten sonra bile alım gücünü baskılamaya devam eder. Ücretler artsa dahi artan vergiler, yüksek dolaylı vergiler ve pahalılaşan temel hizmetler bu artışı hızla geri alabilir. Türkiye’de dolaylı vergilerin payının yüksek olması, enflasyonun düşüşünün neden sokakta “hissedilmediğini” de açıklayan önemli bir faktördür.
Bu yüzden “enflasyon düşüyor” cümlesi tek başına refah artışı anlamına gelmez. Asıl soru şudur: Reel ücretler artıyor mu, geçmiş kayıplar telafi ediliyor mu ve hane bütçesindeki zorunlu harcamaların payı azalıyor mu? Bu sorulara net ve olumlu bir yanıt verilmeden, enflasyondaki düşüş istatistiksel bir başarı olarak kalır, vatandaşın cebine yansımaz.
Özetle, Türkiye özelinde alım gücü sorununu sadece enflasyonla açıklamak eksiktir. Kalıcı refah artışı; fiyat istikrarının uzun süre korunması, verimliliğe dayalı gelir artışı ve gelir dağılımını gözeten politikalarla mümkündür. Aksi hâlde enflasyon düşer, ama hayat pahalı kalmaya devam eder.










