Deutsche Bank’tan Türkiye Ekonomisine Kapsamlı Bakış

Deutsche Bank, Türkiye için doların 2025’te 43 TL’ye çıkmasını, faizlerin kademeli düşmesini ve büyümenin 2025’te yüzde 3,8’e yükselmesini öngörüyor.

Dolar, Faiz ve Büyüme Tahminleri Yenilendi

Deutsche Bank, EMEA bölgesine yönelik hazırladığı son kapsamlı analizde Türkiye ekonomisine ilişkin beklentilerini güncelledi ve kritik projeksiyonlarını paylaştı. Banka, 2025 büyüme tahminini yukarı yönlü revize ederken dolar/TL için güçlü artış öngören yeni tahminlerini açıkladı. Raporda, para politikasında temkinli faiz indirimlerinin süreceği, rezervlerde dengeli seyrin korunacağı ve orta vadeli tahvillerde iyileşmenin beklendiği ifade edildi.

Analizde, Türkiye ekonomisinin yüksek reel faizlere ve mali sıkılaşmaya rağmen 2025’in ilk dokuz ayında yüzde 3,7 büyüme göstererek dayanıklılığını koruduğu vurgulandı. İç talepteki güç, altın fiyatlarının etkisi, kredi genişlemesi ve deprem sonrası ivme kazanan inşaat faaliyetlerinin büyümeyi destekleyen temel faktörler olduğu belirtildi. Deutsche Bank bu çerçevede 2025 büyüme öngörüsünü yüzde 3,5’ten 3,8’e yükseltirken, 2026 için beklentisini yüzde 4,2 seviyesinde açıkladı. Savunma, hizmet ve inşaat sektörlerinin öne çıktığı, buna karşın düşük katma değerli sektörlerin özellikle tekstilin zayıf performans sergilediği ifade edildi.

Banka döviz kuru için de dikkat çeken projeksiyonlar paylaştı. Buna göre, 2025 yılı sonunda dolar/TL’nin 43, 2026’da 52 ve 2027’de 62 değerine ulaşacağı öngörülüyor. Raporda, carry trade fırsatlarının 2024 ve 2025’in başında kuvvetli olduğu ancak enflasyondaki yapışkanlık ve getirilerdeki düşüş nedeniyle yıl ilerledikçe risk-getiri dengesinin zayıflayabileceği yorumuna yer verildi. Türkiye’nin dezenflasyon sürecinin devam edeceği fakat düşüşün önceki yıllara kıyasla daha yavaş ilerleyeceği belirtildi. Gıda fiyatları, hizmet enflasyonu ve baz etkisinin zayıflaması nedeniyle 2025 sonunda yıllık enflasyonun TCMB’nin yüzde 24 hedefinin üzerinde kalacağı aktarıldı. 2026 sonu için ise yüzde 23,8 enflasyon tahmini paylaşıldı.

Mali tarafta ise güçlü gelir performansına rağmen yüksek faiz giderlerinin manevra alanını daralttığı, buna karşın deprem kaynaklı harcamalardaki düşüşün 2025 bütçe açığını yüzde 4,7’den 4’e çektiği ifade edildi. Deutsche Bank, 2025 bütçe açığının yüzde 3,4, 2026’nın ise yüzde 3,6 olmasını bekliyor. Sosyal destek programlarının mali denge üzerinde yukarı yönlü baskı yaratabileceği de değerlendirildi.

Cari denge tarafında, 2024’te GSYH’nin yüzde 0,9’una kadar gerileyen açığın 2025 sonunda yüzde 1,4–1,5 bandında, 2026’da ise yaklaşık 30 milyar dolar seviyesinde oluşacağı öngörüldü. Güçlü iç talebin, reel değerlenmenin ve altın ithalatının cari dengeyi olumsuz etkilemeye devam edeceği; ancak dış talepteki toparlanma ve enerji fiyatlarının ılımlı seyri sayesinde bozulmanın sınırlı kalabileceği ifade edildi.

Raporda Türkiye’nin rezerv pozisyonuna yönelik değerlendirmeler de yer aldı. Swap ve Hazine hesapları hariç net rezervlerin 45–50 milyar dolar aralığında, brüt rezervlerin ise yaklaşık 181 milyar dolar seviyesinde olduğu belirtildi. Altın fiyatlarındaki yükselişin rezervlere yaklaşık 30 milyar dolarlık katkı sağladığı, yüksek reel faiz sayesinde dolarizasyon baskısının gerilediği ancak dedolarizasyon için alanın artık sınırlı kaldığı ifade edildi. Finansman tarafında belirgin bir risk görülmediği, artan portföy girişlerinin rezerv birikimine destek verdiği ancak NHN kaynaklı çıkışların dikkatle izlenmesi gerektiği belirtildi.

Para politikası tarafında en kritik detay, TCMB’nin faiz patikasına ilişkin öngörüler oldu. Deutsche Bank, ekim ayında başlayan 100 baz puanlık indirimlerin önümüzdeki toplantılarda da devam edeceğini ve politika faizinin 2025 sonunda yüzde 30,5’e ineceğini tahmin ediyor. Dezenflasyonda beklenenin üzerinde bir iyileşme olması halinde indirim hızının 150 baz puana çıkabileceği değerlendirildi. 2027 sonu politika faizi tahmini ise yüzde 25 düzeyinde.

Genel çerçevede banka, Türkiye’nin ılımlı büyüme, kontrollü dezenflasyon ve dengede kalması beklenen rezerv yapısıyla makroekonomik açıdan daha öngörülebilir bir sürece girdiğini fakat yüksek faiz yükü, yapışkan enflasyon ve cari dengedeki kırılganlıkların izlenmesi gereken başlıca riskler olduğunu belirtiyor. Orta vadeli görünümde ise portföy girişleri, tahvil piyasasında toparlanma ve mali disiplinin korunması halinde Türkiye varlıklarına yönelik ilginin artabileceği yorumuna yer veriliyor.