Türkiye ekonomisinin seyrini belirleyen en kritik verilerden biri olan ağustos ayı enflasyonu, beklentilerin üzerinde geldi. TÜİK’in açıkladığı rakamlara göre Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) aylık bazda yüzde 2,04 artarken, yıllık enflasyon yüzde 32,95’e ulaştı. Piyasanın öngörüsü ise aylıkta yüzde 1,75 civarındaydı. Bu sürpriz artış, Merkez Bankası’nın 11 Eylül’de yapacağı Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısına yönelik faiz indirimi beklentilerini önemli ölçüde değiştirdi.
Enflasyonun yüksek gelmesi, para politikasındaki hareket alanını daraltırken, faiz indirimine yönelik iyimser beklentileri de törpüledi. Geçtiğimiz günlere kadar 300 baz puanlık bir indirim ihtimali konuşulurken, artık ağırlıkla 100-200 baz puan aralığında bir indirim öngörüsü öne çıkıyor. JPMorgan ve Morgan Stanley gibi küresel finans devleri de Türkiye için faiz beklentilerini aşağı yönlü güncelledi. Bu tablo, Merkez’in atacağı adımların ne kadar dikkatli olması gerektiğini bir kez daha ortaya koyuyor.
Piyasalarda hareketlilik sadece enflasyon verisiyle sınırlı değil. Son dönemde siyasetin ekonomi üzerindeki gölgesi yeniden belirginleşmiş durumda. CHP İstanbul İl Kongresi’nin mahkeme kararıyla iptal edilmesi, Borsa İstanbul’da sert satışlara neden oldu. BIST 100 Endeksi’nde kayıplar bir ara yüzde 6’ya yaklaşırken, birçok hissede devre kesici uygulandı. Özellikle bankacılık hisselerinde yaşanan satışlar, endeksin 10.600 puan seviyesindeki kritik desteği test etmesine yol açtı. Bu seviyenin altına sarkılması halinde 10.350 ve 10.150 puan seviyeleri yeni destek noktaları olarak öne çıkıyor. Yukarı yönlü hareketlerde ise 10.900, 11.100 ve 11.250 seviyeleri direnç bölgeleri olarak dikkatle izlenecek.
Tüm bu gelişmeler, Türkiye ekonomisinin kırılganlıklarının sürdüğünü gösteriyor. Merkez Bankası’nın yılsonu için koyduğu yüzde 24 enflasyon hedefi, mevcut tabloyla giderek daha zor bir hale geliyor. Yılın kalan aylarında aylık enflasyonun ortalama yüzde 0,5 civarında kalması gerekiyor ki hedef tutturulabilsin. Ancak eylül ayında okulların açılmasıyla birlikte harcamalardaki artışın, enflasyonu yukarı yönlü baskılaması bekleniyor. Dolayısıyla hedefin alt bandına ulaşmak iyimser bir senaryo olmaktan öteye gitmiyor.
Öte yandan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, enflasyondaki yıllık gerilemeye dikkat çekerek dezenflasyon sürecinin kesintisiz devam ettiğini vurguluyor. Ancak piyasalarda en çok sorgulanan nokta, bu sürecin ne kadar sürdürülebilir olduğu. Son günlerde döviz talebinde yaşanan artış da bu belirsizliği destekler nitelikte. CHP kongresine ilişkin gelişmelerin ardından döviz piyasasında yaklaşık 5 milyar dolarlık talep oluştuğu, Merkez Bankası’nın da rezervlerini kullanarak bu talebi karşıladığı konuşuluyor. Bu durum, hem siyasi gelişmelerin piyasalar üzerindeki etkisini hem de rezervlerin ne kadar hassas bir noktada olduğunu gösteriyor.
Tüm bu tablo, Eylül ayını ekonomi açısından kritik bir dönemeç haline getiriyor. 11 Eylül’deki faiz kararı sadece Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadele stratejisini değil, aynı zamanda piyasalardaki güven algısını da belirleyecek. Büyük indirimler kısa vadede piyasaları rahatlatabilir ancak enflasyonist baskılarla çelişen adımlar, uzun vadede kırılganlıkları artırma riskini barındırıyor. Küresel fonlar, özellikle de JPMorgan ve Morgan Stanley gibi devlerin Türkiye’ye yönelik beklentilerini revize etmesi, dış yatırımcıların bu hassas dengeyi yakından takip ettiğini gösteriyor.
Türkiye ekonomisi şu an tam anlamıyla bir denge arayışında. Enflasyon, faiz, döviz, borsa ve siyaset arasındaki ilişki, yatırımcıların kararlarını şekillendiriyor. Atılacak adımlar, sadece bugünü değil, önümüzdeki aylarda Türkiye’nin ekonomik yönünü de tayin edecek. Eylül ayı, hem Merkez Bankası hem de piyasa aktörleri için sınav ayı olmaya aday.











