Borsa İstanbul Neden Bu Kadar Kırılgan?

Türk borsasının her jeopolitik gelişmede en fazla sarsılan piyasalardan biri haline gelmesi artık sıradan bir olgu haline geldi. Küresel riskler arttığında, savaş haberleri manşetleri süslediğinde ya da büyük ekonomilerde politika değişiklikleri gündeme geldiğinde, ilk ve en sert tepkiyi Borsa İstanbul veriyor. Bu kırılganlığın nedenini dış gelişmelerle açıklamak kolaycılıktır; asıl mesele, içeride yıllardır biriktirdiğimiz yapısal zafiyetlerde yatıyor.

Türkiye ekonomisi son iki yıldır %50’ye yaklaşan faiz oranlarıyla dönüyor. Bu, şirket değerlemeleri açısından ciddi bir baskı oluşturuyor. Yüksek faiz ortamı, finansman maliyetlerini artırıyor, yatırım iştahını törpülüyor, tüketimi yavaşlatıyor ve dolayısıyla şirket kârlılıklarını aşağı çekiyor. Faiz bu denli yüksekken, geleceğe dönük beklentiler de bastırılıyor ve hisse senetleri üzerinde kalıcı bir değer artışı yaşanmıyor. Bu durum sadece yatırımcıyı değil, şirketlerin büyüme planlarını da zorluyor.

Piyasanın genişliğine baktığımızda yaklaşık 580 şirketin işlem gördüğü bir borsa görüyoruz. Ancak bu şirketlerin içinden düzenli, sürdürülebilir ve şeffaf biçimde kâr açıklayanların sayısı 100’ü bulmuyor. Geri kalanlar ya dönemsel dalgalanmalarla kar-zarar arasında gidip geliyor ya da kârlılık konusunda yatırımcıya güven vermekten uzak. Bu yapısal sorun, yatırımcının karar almasını zorlaştırıyor. Kurumsal yatırımcıların tercih ettiği istikrar ve öngörülebilirlik ise büyük oranda eksik.

Türkiye’de siyasetin ekonomi üzerindeki etkisi tartışmasız. Ekonomi politikaları çoğu zaman rasyonel zeminden uzaklaşıp, politik ihtiyaçlara göre şekillenebiliyor. Bu da yatırımcı açısından ciddi bir öngörülemezlik anlamına geliyor. Borsa İstanbul’da fiyatlamaların sadece ekonomik verilere değil, aynı zamanda siyasi açıklamalara, seçim takvimine ya da bürokratik atamalara duyarlı olması bu nedenle şaşırtıcı değil. Bu da yatırımcının kısa vadeli reflekslerle hareket etmesine neden oluyor ve piyasa istikrarı sürekli bozuluyor.

Likidite konusu ise başka bir temel sorun. Yerli yatırımcının hakim olduğu, yabancının ise neredeyse terk ettiği bir piyasada, büyük portföylerin küçük pozisyon değişimleri bile endeksi ciddi biçimde etkileyebiliyor. Özellikle düşük işlem hacminin olduğu dönemlerde sert fiyat hareketleri yaşanıyor. Bu durum hem yatırımcı psikolojisini bozuyor hem de endeksin sağlıklı bir fiyat keşfi yapmasını engelliyor.

Yabancı yatırımcı meselesine gelince, Türkiye piyasaları 2018 sonrası dönemde ciddi bir güven kaybı yaşadı. Özellikle 2019’dan itibaren yabancı takas oranı sürekli düşüşte. Bugünlerde bu oran %27-28 bandında seyrediyor ki bu, son 20 yılın en düşük seviyelerinden biri. Oysa gelişmekte olan ülkelerde borsaların sağlam kalabilmesi için yabancı sermayeye ihtiyaç duyulduğu açık. Türkiye’ye sermaye girişi zayıf kaldığı sürece, her dış gelişmede ilk kaçılan piyasalardan biri olmayı sürdüreceğiz.

Kırılganlığın bir diğer nedeni ise yerli yatırımcının psikolojisi. Türkiye’de finansal okuryazarlık hâlâ yeterince gelişmiş değil. Bu nedenle küçük yatırımcılar çoğu zaman sosyal medya ya da dedikodu ile yön bulmaya çalışıyor. Bu da spekülatif dalgalanmaları besliyor ve rasyonel fiyatlamanın önünü tıkıyor. Kurumsal yatırımcı sayısının sınırlı olması ise piyasayı daha da dengesiz kılıyor.

Kısacası; Türk borsasının bu kadar kırılgan olmasının temel nedeni dış gelişmeler değil, içeride yıllardır çözülmemiş olan ekonomik, yapısal ve davranışsal sorunlardır. Her dalgada en çok biz savruluyorsak, bu rüzgarın büyüklüğünden çok, bizim temelsizliğimizden kaynaklanıyor. Sağlam bir ekonomi ve güvenilir bir piyasa yapısı inşa edilmeden, Borsa İstanbul’un istikrarlı bir yatırım ortamına dönüşmesi pek mümkün görünmüyor. Türk ekonomisinin kırılganlığı, borsanın da kırılganlığıdır. Bu gerçeği kabul etmeden çözüm üretmek sadece zaman kaybı olur.